Etik İlkeler Özlük Hakları
8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 44. KOLOKYUMU 5-8 KASIM 2020 DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ BİLDİRGESİ
HABERLER
Yayına Giriş Tarihi
2020-11-04
Güncellenme Zamanı
2020-11-05 12:21:13
Yayınlayan Birim
MERKEZ

 

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü kapsamında düzenlenen Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu`nun 44.`sü bu yıl, küresel sermayenin, yönetimlerin, emeğin, bunlarla bağlantılı mekan üretim süreçlerinin ve dolayısıyla meslek alanımızın çeşitli çıkmazlar içinde olduğu koşullarda gerçekleştirilmektedir. 2020 yılının başından itibaren deneyimlediğimiz pandemi süreci; iktisadi, siyasal ve toplumsal sonuçlarıyla mevcut çıkmazları derinleştirmiş ve daha yıkıcı bir hale getirmiştir. Buna rağmen, yaşanan çok boyutlu kriz süreçlerini görünmez kılmak için yöneticiler tarafından pandeminin araçsallaştırıldığı gözlemlenmektedir. Tam da bu nedenle, iktisadi, toplumsal, ekolojik, mekansal düzlemlerde yaşanan kriz durumlarını tartışmak ve içinde bulunduğumuz dönemi; dönemin dinamiklerine karşılık gelen bir kavramla ele almak adına 44. Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu`nun teması "Kriz" olarak belirlenmiştir. 

Türkiye tarihi, yaşanan iktisadi krizler karşısında iktidarların, krizlerden en çok etkilenen ve toplumun çoğunluğunu oluşturan yoksul halk kitlelerinin mali darboğazı aşmasını sağlamak ve sorunlarına çözüm üretmek yerine, sermayenin talepleri doğrultusunda hareket ettiğini gösteren sayısız örnekle doludur.  2002 yılından bu yana 20 yıla yakındır iktidarda olan AKP ülkenin iktisadi bağımsızlığını bir kenara bırakıp küresel kapitalist sisteme eklemlenme çabasında belki de Cumhuriyet tarihi boyunca en ağır sonuçlara yol açacak özgün hamleleri gerçekleştirmiştir. Bu dönemde yolsuzluklar, rüşvet, nepotizm hızla artmış; doğal, tarihi, kültürel, kamusal tüm varlıkların yok edilmesi uğruna iktidara yakın belli sermaye grupları kentsel rantı bölüşerek dünyadaki muadilleriyle yarışacak ölçüde zenginleşmiştir. Bununla birlikte, gelir dağılımındaki uçurum derinleşmiş, toplumsal kutuplaşma artmış, toplumun ilerici tüm unsurlarının tasfiye süreci hızlanmış, eğitimden sağlığa, bilimden hukuka kadar bütün alanlarda siyasal islamcı popülist söylem hakim duruma gelmiştir. Bu anlayış mekanı biçimlendirme pratiklerinde de gün yüzüne çıkmakta ve meslek alanımıza ilişkin krize de zemin hazırlamaktadır. 

Kapitalizmin, kendini yeniden üretmek için bir anlamda bağımlı olduğu kriz durumu, AKP`nin her alanda kendi ideolojisini hakim kılmak üzere sergilediği pratikler neticesinde günümüzde artık çok boyutlu bir hal almış ve pandemiyle birlikte toplumsal düzlemde daha da derinleşerek belirgin hale gelmiştir.

Pandemi döneminde, kapitalist dünyada halk sağlığı önlemlerinin ve sağlık hizmetlerinin kar odaklı anlayış çerçevesinde sunumu nedeniyle en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkına erişim sorunları krize dönüşmüş; on milyonlarca insan etkilenmiş, bir milyonu aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Benzer şekilde Türkiye`de de kapsamlı propaganda faaliyetleriyle tanıtılan, halk sağlığından ziyade kar odaklı bir düşüncenin ürünü olan şehir hastaneleri, halkın tedavi ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktır. Şehir hastaneleri gibi yap-işlet-devret modeliyle yaptırılan ve kamu kaynaklarının israfına ve ekolojik alanların tahribine sebep olan, şirketlere sunulan on yıllara varan kar garantisiyle geleceğimizi şirketlere ipotekleyen büyük otoyol projeleri, köprüler, havalimanları gibi mega projeler, iktidarın inşa ettiği en temel iktisadi çıkmazlardan biri haline gelmişlerdir.

Sayısız yasal düzenleme ile kamuya ait olması gereken kıyıları, meraları, ormanları sermaye çevrelerine sunan, kaçak, denetimsiz yapıları ücreti karşılığında affeden, ülkedeki yapı stoğunu güçlendirmek-yenilemek adı altında rantı yüksek, yapılaşmamış alanları imara açan, ÇED süreçlerini etkisizleştirip yatırım süreçlerinin önündeki "engelleri" bertaraf eden iktidar; yaşanan doğa olaylarının afete dönüştüğü, en ücra yerleşim biriminden metropollere kadar depremlerde, sellerde can kayıplarının yaşandığı bir gerçeklik yaratmıştır.Geçtiğimiz hafta İzmir`de yaşanan deprem, 99 depreminin üzerinden geçen 21 yıla rağmen gerek merkezi yönetim gerekse de yerel yönetimler tarafından kentlerimizin afete hala hazırlıklı hale getirilmediğini gözler önüne sermiştir. Kamu harcamalarını halk sağlığı yerine, sermaye çevrelerinin kendilerini yeniden üretimine yönlendiren anlayış nedeniyle, yurttaşların can ve mal güvenliği önemli bir kriz alanı haline gelmiştir.

Bunun yanında insana ve çevreye yıkıcı etkileri olan taş ocağı ve maden ocaklarına sürekli olarak yenileri eklenmekte, tarihsel ve kültürel zenginliği ile kente değer katan yapılara akıl dışı uygulamalarla müdahalelerde bulunulmakta, özellikle sit alanlarında restorasyon ve dönüşüm uygulamaları ile çağ dışı projeler uygulanmakta, binlerce canlının ekosistemi ve dünyanın oksijen kaynağı olan ormanlık alanlar yok edilmekte, tarımsal üretimle özdeşleşmiş kentlerimizde hektarlarca doğal alan, maden, turizm, enerji gibi yatırım projeleri bahane gösterilerek yok edilmektedir. İktidar; millet bahçesi, millet kıraathanesi gibi uygulamalar ile kendi ideolojisini mekânsal düzlemde yeniden üretmeye çalışırken, halkın kamusal yeşil alan ihtiyacını ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını karşılamaktan çok uzaktadır. Dolayısıyla iktidarın kamusal alanlara yönelik üstten, baskıcı ve müdahaleci yaklaşımları mekan üretimi süreçlerinde ve ekolojik sürdürülebilirlik konularındaki krizi derinleştirmektedir. 

Bu krizlerin sorumlusu olan, bilimsellikten, akılcılıktan yoksun bir şekilde  dayatmacı bir anlayışla  şekillenen kent yönetim sistemi, planlamayı ve bununla birlikte şehir plancısını dışlamakta, mesleğimizi araçsallaştırmayı, meslektaşlarımızı ise teknikerlere dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Ortak akıl etrafında farklı paydaşları bir araya getirip karar almak yerine kendisi gibi düşünmeyen her bileşene kulak tıkayan yönetim anlayışı, yerel yönetimlerin iradesini de gasp etmektedir. AKP halkın refahını artıracak işbirliklerinden uzak biçimde, kendisine muhalif olan güçleri devletin kolluk güçleriyle sindirmeye, belediye başkanlarını, siyasi parti liderlerini mahkumiyete götüren söylemi üretmeye devam etmektedir. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki gerilim siyasi bir kriz odağı haline gelmiştir. 

Öte yandan meslek alanımızda giderek yoğunlaşan bir işsizlik gündemi bulunmaktadır. Yer seçimleri bilimsellikten uzak bir şekilde, salt ticari kaygılarla yapılan; fiziksel, teknik donanımları, akademik kadroları son derece yetersiz olan ve her gün bir yenisi açılan üniversitelere karşılık ne merkezi atama sayılarında bir artış yapılmakta ne de özel sektörde istihdam olanaklarını artıracak yasal düzenlemeler hayata geçirilmektedir. Ülke ihtiyaçlarının oldukça ötesinde bir sayıya erişen üniversitelerdeki Şehir ve Bölge Planlama kontenjanları ve bölümlerimizdeki akademik kadro ve mekansal yetersizlikler nedeniyle, meslektaşlarımız mesleki etik ilkeler ile gerekli teknik bilgiler açısından donanımlı hale gelmeden mezun olmaktadır. Eğitim ve istihdam krizi içinde yaşamını sürdürmeye çalışan şehir plancıları, ya piyasa koşulları içinde şehircilik ilkelerinden taviz vererek, kamu yararına aykırı birçok planlama sürecine müdahil olmak zorunda kalmakta ya da işsizlikle başa çıkmaya çalışmaktadır. 

Tüm bu kriz hatlarından açığa çıkmış olan, yaşam alanlarına yönelen tahrip edici uygulamalara karşı direnç hattını koruyan muhalefet bileşenleri yeni bir dünya düzeninin ortak mücadele ile kurulabileceğini, krizlerin olağan hale geldiği dayatmacı anlayış yerine umudun, birlikteliğin ve adaletin egemen olduğu bir dünyanın var olabileceğini göstermektedir. Bu düşünce etrafında bir araya gelen irade; barolara, meslek birliklerine, meslek odalarına yapılan saldırılara da karşı durmaktadır. Soma`da emek sömürüsüne, Cerattepe ve Kaz Dağları`nda madene, Hasankeyf`te ve Munzur`da baraja, Nazilli`de jeotermale karşı yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren yurttaşların kararlılığındadır bu irade. İktidarın önümüzdeki süreçte karşı karşıya kalacağı açmazlardan biri de  günden güne büyüyen, yayılan ve umudu büyüten bu mücadeleler olacaktır. 

Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi sebebiyle bu sene sanal ortamda gerçekleştirilecek olan 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 44. Kolokyumu, çok boyutlu bir kriz ortamında gerçekleştirilmektedir. Pandemi, psikolojik boyutlarından mekânsal etkilerine, sınıfsal eşitsizlikleri derinleştiren yönünden kentsel risklere kattığı yeni boyutlara, kamusal alan kavramına yeni anlamlar yüklemesinden kentsel dirençliliğe getirdiği yeni tartışmalara kadar çok farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Pandemi ile birlikte, görünmez kılınmaya çalışılan kriz başlıklarını farklı tartışma eksenleri ve kuramsal tartışmalarla öne çıkarmak, kamusal bilgi üretmek ve yeni açılımları tartışmak üzere kolokyum programı "Kriz" başlığı ile hazırlanmıştır. 

Programından içeriğine kadar tüm organizasyon aşamalarını birlikte kurguladığımız, emekleri çok değerli olan kurullarımıza ve Oda çalışanı arkadaşlarımıza, farklı disiplinlerden katkı sağlayıp programı zenginleştiren ve yurt dışından çok değerli katkılar sunan düşün insanlarına, öğrenci arkadaşlarımıza ve tüm meslektaşlarımıza böylesi zorlu koşullarda verdikleri destekten ötürü çok teşekkür ediyor; Kolokyumun üretken ve verimli bir tartışma ortamı oluşturmasını diliyoruz.

 

 

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>