Etik İlkeler Özlük Hakları
ISRARLI YANLIŞLAR YENİ 17 AĞUSTOS'LARI HAZIRLIYOR 18.08.2004
HABERLER
Yayına Giriş Tarihi
2005-08-18
Güncellenme Zamanı
2005-08-18 13:22:31
Yayınlayan Birim
MERKEZ

Kısmen İstanbul’u kapsayan, Gebze, İzmit, Yalova, Körfez, Adapazarı, Düzce yerleşmeler bölgesinde yaşadığımız deneyim, kentleşme politikalarımızın eksikliklerine ve yanlışlıklarına işaret ediyordu. Bu metropoliten alan, ülke ekonomisi içinde sanayi üretiminin yarısından fazlasını sağlayan, aşırı nüfus baskısı altında, karayolları boyunca sanayi alanları ve bunlarla birlikte kontrolsüzce büyüyen konut alanlarından ibaret bir yerleşme dokusuna sahipti. Bu doku, “imarcılık” dışında belirli bir planlama yöntemimiz ve yer seçimleri konusunda tutarlı kamu politikalarımız bulunmaması nedeniyle, piyasa dengelerinin sürüklediği biçimde, yap-satçı müteahhit eliyle, hızla, plansızca ve pervasızca gelişmişti.

Diğer yandan, kıyılarımızın adeta talan edilmesine yol açan uygulamalar devam etmişti. Yasalarımızda kıyılarımızın “zorunlu yapılar” dışında yapılaşmaya kapalı tutulacağı açıkça güvence altına alındığı halde, mevcut kaçak yapıları ‘kurtarmak’ uğruna bilimsel kurallar feda edilmiş, mevzii planlarla ekonomik açıdan akılcı olmadığı gibi depreme de dayanıksız bir yapılaşma çılgınlığı almış yürümüştü.

Ayrıca, metropoliten alan niteliğindeki yerleşmeler, irili ufaklı belediyeler tarafından yönetiliyordu ve bu belediyeler hiçbir bölge planı kararı olmaksızın tamamen büyükşehir bütününden bağımsız imar kararları veriyorlardı. Bu ortamda öyle çarpık manzaralar oluşmuştu ki, milyon nüfuslu kentlerin yeni gelişme alanları birkaç bin nüfuslu beldelerin belediyeleri tarafından kararlaştırılıyordu. Dolayısıyla, bütün metropoliten alanlar büyük ölçüde denetim dışı kalmıştı. Büyükşehir Belediye Kanunu, yürürlüğe girdiği 23.07.2004 tarihinden itibaren, Büyükşehir Belediye sınırları içindeki denetimden uzak belde belediyelerini, büyükşehir belediyelerine bağlayarak, metropoliten kent yönetimi oluşturma çabasıyla bu soruna bir ölçüde çözüm getirdi. Ancak, bunun dışında daha önce afetleri hazırlayan diğer bir çok yanlışlıkta ısrar edilmeye devam edildi.

Özetle; toplumun yararına hizmet eden, dengeli bir bölgesel gelişme, yaşam kalitesi ve koruma-kullanma dengesini güvence altına alarak, afet zararlarını azaltan, uzun vadeli kalıcı çözümler getiren fiziksel planlamaya gerekli önem verilmemiş, planlama reddedilmişti. Sağlıksız, niteliksiz ve güvenliksiz yapılara yönelik imar afları getirilerek, ıslah imar planları ile ranta yönelik yoğun yapılaşmaya yol açılmış, hazine arazilerinin işgalcilere satılmasına, kamu alanlarının elden çıkarılmasına yönelik düzenlemeler tekrarlanmıştı.

Af yasaları ve seçilen rant odaklı kentleşme politikaları ile bilinçli yaratılan rant beklentisi, bugün verilen konuta razı olmayarak canı pahasına afete maruz bölgede oturmakta ısrar eden bir vatandaş profili oluşturdu. Yasadışı yapılaşmanın "af" ile teşvik edilerek, yeni kaçak yapıların ve afete maruz yerleşim alanlarının "kamu eliyle" yaratıldığı anlaşıldı. Ayrıca, hazine arazilerinin işgalcilerine satılması ile kamuya kaynak yaratılamayacağı gibi okul, yol, sağlık, yeşil alan vb sosyal donatıların yapılabilmesi için işgalcilerden satın alınması yoluyla kamuya ek yük getirileceği de, Alibeyköy'de yaşanan sel felaketi ve benzeri örneklerde ortaya çıktı. Bu anlamda, Toprak Koruma Kanunu ile, tüm kaçak sınai tesisler, afete maruz nitelikleri göz ardı edilerek ‘bedeli’ karşılığı affedildi. Yani, afet riski taşıyan yerleşim alanlarının kamu eliyle oluşturulması gerçeğinin yeni perdeleri sahnelendi.

Diğer yandan, 17 Ağustos sonrası başka hatalar da yapıldı. Kentsel yaşamın gerektirdiği servislerle beslenmeyen, verimli tarım arazilerine yerleştirilen “geçici iskan alanları” arazi israfına yol açtı. Genelde mülkiyeti hazineye ait, orman ya da mera vasfındaki bu alanların aslında yerleşmeye açılmamaları gerektiği de unutulmuş görünüyordu. Bu konunun “hızlı ihaleler” odaklı ele alınması, buralarda “geçici” de olsa yaşayacak insanların sosyal ihtiyaçlarının büyük ölçüde görmezden gelinmesiyle sonuçlandı, toplumda ve doğada yaratılan tahribat ise ne yazık ki ‘kalıcı’ oldu.

Daha sonra, mevcut şehirlerle bağlantıları zayıf, yeni “kalıcı konut alanları” kentsel yaşam açısından yeni darbeler doğurdu. Çalışma alanlarına çok uzak olan bu alanlar, yaşanabilir yerler olamadı. Çünkü sorun sadece “barınma ihtiyacı”nın en temel biçimiyle karşılanmasından ibaret değildi. Kaldı ki, depreme maruz kalan bölgenin özgün koşulları ve çeşitlilik arzeden kullanım yoğunlukları açısından, konut alanlarıyla çalışma alanlarının ilişkisinin kurulması herhangi bir yerleşmeden farklı hassasiyette analizler yapılmasını gerektiriyordu. Bu kez iş alanları, şehir merkezleri eski canlılığını ve önemini yitirdi. Çünkü iş ve merkez fonksiyonları, depremden önceki şehrin kendine özgü ölçeği ile uyumlu olarak, sanayi, konut, tarım alanlarıyla ilişki içinde şekillenmişti.

Bu vahim ve bilinçli yanlışların tekrarlandığı süreçte, geçmiş yıllarda yapılan ancak uygulanmayan, yürürlükteki imar mevzuatında yapılması zorunlu olarak tanımlanan ancak yapılmasından ısrarla kaçınılan, üst düzey bölge planlarına ihtiyacın her zamankinden daha fazla olduğu ortaya çıkıyor. Kalkınma planlarına uygun ulusal mekansal planlar ve bölge planları ile alt bölge veya yerleşme ana planlarının stratejik planlama yaklaşımı ile ele alınması kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortada duruyor.

Diğer taraftan, afet sorununun yalnızca yer seçimi ve sağlıklı yapı yapma boyutlarına indirgenemeyecek kadar çok boyutlu ve kapsamlı olduğu görmezden gelinerek, kentlerimize yönelik risk ve açmazların çözüme kavuşturulması olanaklı değil. Bu anlamda afet riski yüksek alanlarda yürütülecek çalışmaların da, bazı yenilik ve gereklilikler üzerine biçimlendirilmesi gerekli. Kente yönelik bütüncül bir risk analizi-mikrobölgeleme ve tüm bunların üzerinden, “Şehir Plancıları” tarafından hazırlanması gereken “Sakınım Planları” sonucunda elde edilecek ve yine şehir plancılarının eşgüdümünde yapılacak “Stratejik Planlar” ile yapılaşma süreçlerinin kurgulanması, bu gerekliliklerin temel ifadesi olarak ortaya koyulabilir.

Ülkemizdeki planlama ve yapılaşma süreçlerinde köklü ve yaşamsal bir yenilik tanımlayacak böylesi bir yaklaşımda; yerbilimsel veriler, geçmiş hasar bilgileri ve kentsel risk analizleri sakınım planının girdilerini, sektörel kararlar, stratejik planlar, eylem planları ve özel önlemler gerektiren bölgelemeler ise sakınım planının çıktılarını oluşturmalı. Böylece, kent parçalarının “tasfiye-yenileme-sağlıklılaştırma ve dönüşüm”üne yönelik kararlar da, kent bütünü içerisinde “bölgelenerek” verilebilecek ve sadece sorunlu-riskli kentsel yerleşik alanlara ilişkin değil, yeni yapılaşacak alanlar için de çözüm açılımları geliştirilebilecektir.

Afet zararlarını azaltan ve kentsel riskleri denetim altına alan çözümlerin oluşturulabilmesi; yeni bir planlama sistematiği ve yaklaşımını tarif eden “yasal düzenlemeleri”, bu düzenlemeleri çok başlı bir yapıdan uzak, şeffaflık ve hesap verebilme sorumluluğu içerisinde, eşgüdüm-denetim-katılım mekanizmalarıyla uygulayabilecek bir “kurumsallaşmayı” ve tüm bu karar ve uygulamaları hayata geçirebilecek “finansal dayanakları” kaçınılmaz kılmakta. Finansal kaynaklar öncelikle, etkin şekilde afet zararlarını azaltma hedefine yönelik plan, proje, program hazırlığı ve uygulamalarına aktarılmalı. Zorunlu deprem sigortası, sigorta havuzu, kredilendirme, özendirme-kaçındırma politikaları gibi öz kaynaklarımızın kullanılacağı finansal yöntemlerin böylesi bir yasal-kurumsal sistematiğin bütünleri olarak kurgulanması sağlanmalı, bu anlamda “Kamulaştırma”, “Takas”, “İmar Haklarının Aktarımı”, “Toplulaştırma, Arsa-Arazi Düzenlemesi” vb uygulama araçlarının kullanılması yönünde yasal düzenlemeler de gecikmeksizin yapılmalı.

Bundan sonraki 17 Ağustoslar, afetlerin öncesi, sırası ve sonrasında yaptığımız yanlışlar ve afete yol açtığı açıkça ortada olduğu halde vazgeçmediğimiz rant odaklı politikaların zararlarının görülmesi ve bu hataların telafi edilmesi halinde anlam kazanabilecek.

Şehir Plancıları; sıralanan tüm bu gerekler bağlamında kent yönetimlerini, tüm karar potansiyelini harekete geçirecek, çok yönlü, çok aktörlü, çok aşamalı bu çalışmaları, aldıkları eğitimin sağladığı donanım ve deneyim-birikim çerçevesinde, farklı disiplinleri yönlendirip-eşgüdüm sağlayarak hazırlayabilecek ve uygulayabilecek meslek grubunu oluşturuyor. Deprem zararlarının azaltılmasında kentsel, fiziksel iyileştirme eksenli bir planlama çerçevesinde kademeli olarak sosyal, yasal, yönetsel ve finansal olanakların topyekun örgütlenerek, toplam yaşam kalitesini yükseltecek, sosyal kalkınmayı sağlayacak sinerjinin yaratılmasında Odamız, bu meslek grubunun örgütü olarak kendisine kurumsal görevler tanımlamakta ve uygulamakta.

Afet zararlarının önlenmesi çabalarının sağlıklı kentsel yaşam hedefleri ile bütünleştirilerek, altyapısı, doğası, tarihsel-kültürel mirası ve insanı ile çağdaş kentler yaratılmasında Odamız, yapılanların denetlenmesi, sorgulanması ve yapılması gerekenlerin izlenmesi için sahip olduğu bilimsel-teknik birikimini toplumun hizmetine sunmaya devam edecektir.

Basına ve kamuoyuna saygılarımızla sunarız.

TMMOB Şehir Plancıları Odası

Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>