Etik İlkeler Özlük Hakları
82 YILLIK CUMHURİYETİMİZİN KENTLERİ TORBA YASALAR VE PARÇACI PROJELERLE GEÇİŞTİRİLMEYİ HAKETMİYOR 29.10.2005
HABERLER
Yayına Giriş Tarihi
2005-11-15
Güncellenme Zamanı
2005-11-15 15:30:05
Yayınlayan Birim
MERKEZ

Öncelikle son dönemde gerçekleştirilen bir dizi yasal düzenleme çalışması ve bunların planlama alanına etkileri ile ilgili kısa bir değerlendirme yapmak gerekli görünmekte.


Son dönemde büyük bir hızla yürürlüğe konulan yasal düzenlemelerin bir dil ve anlayış birliği içinde, kent ve kamu yararı bağlamında ele alındığını söylemek olanaklı değil. Bu tasarıların birbiriyle ortaklaştıkları tek özellikleri kentsel rantların paylaşımına yönelik ilerici (!) içerikleri. Bunlara verilecek en çarpıcı örnek ise, Kuşadası Limanında da gözlemlendiği üzere, kıyıları ve limanları özelleştirerek sahip oldukları mali değerlere, korunması gerekli doğal değerleri feda etmeye yönelik düzenlemeler. Kruvaziyer limanlarla ilgili bu süreç ilk olarak bir Yönetmelik çalışmasıyla gerçekleştirilmeye çalışılırken, Odamızca açılan dava sonucu Anayasaya, Kıyı Kanununa ve kamu yararına aykırı olduğu gerekçeleriyle yürütmesi durdurulan bu Yönetmelik, bir “torba yasa” içerisine yerleştirilen “özel” bir Yasa maddesi olarak tekrar karşımıza çıkarıldı. Bu anlayışın tarım toprakları üzerinde kaçak olarak yer seçen sanayi tesislerini affederek yasallaştıran Toprak Koruma Kanunu’nda, orman arazileri üzerindeki kaçak yapıları sahiplerine ödüllendirircesine satarak kamuya kaynak yarattığını iddia eden “2-b Tasarısında”, Mera ve Maden Kanunlarında da tekrarlandığını söylemek olası.


Benzer biçimde son dönemde ağızlara sakız edilen “kentsel dönüşüm”e ilişkin yasal düzenleme zorlamaları da, meslek odalarının tüm çaba ve uyarlarına karşın, bu alanlardaki sosyal sorunları ve en temel barınma gereksinimlerini çözmek yerine, büyük yatırımcıların iştahını kabartacak, ancak bölgede yaşayanların dertlerine çare olmayacak rant havuzları yaratma amaçlı “büyük proje”ler oluşturulmasına odaklanmış görünüyor. Üstelik bu alanların bir kısmında tarihi, kültürel ve doğal değerler de, kamuya kaynak yaratma iddiasıyla geri dönüşü olmaz biçimde gözden çıkarılıyor.


Bu yasal düzenlemeler çok hızlı bir biçimde yapılır ve zaman zaman birbiriyle çelişen tutumlar sergilenirken, tüm bu arayışların odağına oturması gereken “İmar ve Yapı” mevzuatına ilişkin kamuoyunda tartışılarak belirli bir aşama katetmiş taslakların yasalaştırılmasında ise anlaşılması güç bir gecikme, kararsızlık oluştuğu gözlenmekte. Bu gecikme bir çok açıdan diğer düzenlemelere göre kamuoyunca olumlu bulunan yeni İmar Kanunu Tasarısının tanımlamaya çalıştığı açılımları da işlevsizleştirmekte. Omurga yasa olarak ilişkili diğer tüm yasaları da biçimlendirmesi gereken, Kat Mülkiyeti’nden, Ceza Kanunu’na, Afetler mevzuatından, Yerel Yönetimlere yönelik düzenlemelere kadar, tüm yasalara referans sağlaması kaçınılmaz olan İmar Yasası bir kenara bırakılıp, dönüşüm adı altında yeni-parçacı düzenlemeler gündeme getirilmekte.


Kent ve kamu yönetimi ile imar ve afet mevzuatlarını etkileyip biçimlendirecek yeni düzenlemelerin eski, sorunlu ve işlemeyen mevcut İmar Kanunu’na göre yapılıyor olması, kentlerimiz ve kamu kaynakları üzerinde yeni baskı ve sorunlar oluşabileceğini düşündürüyor. Bu durum, yapı ve afetler mevzuatlarıyla ilişkilendirilmiş, yeni eylem, dönüşüm ve afete yönelik risk yönetimine ait ilkeleri benimsemiş, çeşitlenmiş uygulama araçlarıyla zenginleştirilmiş, istisnaları sınırlanmış, koordinasyon mekanizmaları oluşturulmuş, yetki ve sorumluluk alanlarının sınırları çizilmiş, kurumsal ve personele yönelik örgütlenme mekanizmaları biçimlenmiş, toplumun ilgili kesimlerinin katılım ve tartışmasına açılarak geliştirilmiş ve ilgili diğer yasalara da referans verebilecek bir Şehircilik Reformunu gerekli kılmakta.


Bu sorun ve açmazlar yerel ölçekte de karmaşık ve gün geçtikçe içinden çıkılmaz hale gelen kentsel sorunlar olarak kendisini göstermekte ve yukarıdaki değerlendirmelerimizin haklılığını ne yazık ki pekiştirmekte. İzmir ve yakın çevresi bağlamında örneklemek gerekirse;


İZMİR PLANLAMA GELENEĞİNE SAHİP ÇIKMALI….



  • Kuşadası Kruvaziyer Limanı


Odamızca açılan dava sonucu yürütmesi durdurulan Yönetmeliğe göre planlama çalışmaları sonuçlandırılıp, ihale edilen ve Yasa maddesi olarak düzenlendikten sonra “Ege Denizi”ni kiralayan Kuşadası Kruvaziyer Limanı, gerek hukuka ve gerekse şehircilik ilkelerine aykırı nitelikleriyle bir çok sakınca barındırmakta.


Kuşadası kentinin kıyı ile bağlantısını kopararak, tüm kent halkının kullanımına açık olduğu Anayasa hükmü olarak saklı olan kıyı bölgesini kamuya kapatan ve ayrıcalıklı turist gruplarının kullanımıyla sınırlayan Kuşadası Kruvaziyer Limanı, Güvercinada’nın algılanmasını olanaksız kılması gibi bir çok estetik sorunu da beraberinde getiriyor. Ayrıca, kentin tüm kesimlerinin gereksinimleri göz önünde bulundurularak çözümlenmediği için kentsel ekonomik ve sosyal yapıya, kültürel yaşama ve turizm potansiyeline ilişkin olumsuz etkiler de taşıyor. Üstelik bu olası olumsuzluklar, yerel yönetimlerin ve halkın katkı ve katılımları gözetilmeyip, tartışmadan uzak biçimde yürütülerek, kentsel kültürel ve doğal değerler yılda bir kaç kez gelecek turist kafilelerinin liman içinde kısıtlı sayıdaki işletmeye bırakacağı “kısa dönemli ekonomik getirilere” feda ediliyor. Kentle ilişkisi kurulmaksızın ve olası etkileri analiz edilmeksizin hayata geçirilen böylesi projelerin, noktasal, oldubittiye getirilen, tepeden inme uygulamalar ile çözüm üretmek yerine beraberinde yeni kentsel ve sosyal sorunlar yaratacağını görmek gerekiyor. Böylesi yerseçim kararlarının bir bütüncül planlama konusu olarak verilmesini sağlamak, sorunun çözümüne ilişkin ilk ve en önemli adım.



  • Deprem ve İzmir….


Her türlü afete karşı hazırlıklı olmak ve afet sorununu sürekli gündemde tutmak gerekirken, deprem veya afetler, İzmir’de olduğu gibi ancak başa geldiğinde kentlerimizin gündemine girebiliyor. Deprem ülkesi Türkiye’de depremin ne zaman ve hangi büyüklükte olacağının tartışılması da sorunun çözümüne yönelik herhangi bir katkı sağlamıyor. Oysa afetler ve deprem; öncesi, sırası ve sonrasında yapılacaklarıyla tam bir planlama sorunu. Bu kapsamda kentsel risk analizleriyle, sakıncalı ve tehlikeye maruz kent bölgelerinin belirleneceği ve bu bölgelere ilişkin tahliye, sağlıklılaştırma, yenileme, dönüşüm gibi stratejilerin saptanacağı “kentsel sakınım planları”nın hazırlanması gerekmekte. Stratejik bir yaklaşımla üretilecek sakınım planları, bir yandan yapılaşılması gereken sağlam zeminleri, öte yandan bu zeminler üzerine yapılacak sağlam yapıları tanımlarken bunlarla yetinmeyerek, kentsel risk havuzları oluşturan bölgelerin nasıl ve hangi yöntemle tehlikeden arındırılacağını belirleyen eylem planları ve uygulama modellerini de ortaya koyuyor. Bu yaklaşım bir “afet yönetimi” mekanizması oluşturarak, afetin öncesini böyle planlarken, afet sırası ve sonrasında yapılacak kamusal görev dağılımı, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları, ilk yardım ve kurtarma çalışmalarını da bir süreç yönetimi olarak önceliğine alıyor. Bu sorun İzmir örneğinde ele alındığında da; bazı bölgelerde kümelenen “diri faylar”, bir çok tehlikeyi barındıran “dolgu alanları”, bu alanlarda yapılmış “çok katlı” ve nitelikleri tartışma konusu olan yapılar, sıvılaşma düzeyi yüksek ve alüvyonal topraklar üzerinde yerseçmiş kent parçaları yanısıra afet öncesi ve sonrasının planlanması anlamında da kendini gösteriyor. Bu tür bir planlama yaklaşımının da ilk bölümde özetlenen yasal düzenleme çalışmalarının bütüncül bir anlayışla ele alınması sonucu hayata geçebileceği görmezden geliniyor.



  • İzmir Üst Ölçek Planlama Çalışmaları


Üst ölçek planlama çalışmalarının taşıdığı önem ve gereklilik, Odamızca öteden beri ısrar ve kararlılıkla ifade edilmekte. Son yasal düzenlemeler sonucu il düzeyindeki üst ölçek planların yapım yetkisi İl Özel İdarelerine verilirken, genişletilerek yeniden belirlenen büyükşehir belediye sınırlarında ise Büyükşehir Belediyeleri yetkili kılınıyor. Kentlerimizin gelişiminin bütünlüklü ve planlı bir biçimde yönlendirilebilmesi anlamında büyük önem taşıyan bu çalışmalar konusunda Odamız özellikle büyükşehir belediyelerinin yürüttüğü iyi niyetli üst ölçek planlama çalışmalarını desteklemekle birlikte, bu çalışmalar sonucunda üretilecek planların içeriği ile ilgili bazı kaygı ve önerilerini de kamuoyu ile paylaşma gereksinimi duyuyor.


Sözkonusu üst ölçek planlama çalışmalarını belirleyip yönlendiren bir çok önemli girdi ve gündem var. Bir yanda, parçacı ve kent bütününe getireceği maliyetler düşünülmeksizin tasarlanan ve çoğu kez siyasilerin tercihleriyle acil ve öncelikli olarak yaşama geçirilmeye çalışılan, toplukonut projeleri, liman dönüşümleri, otoyol geçişi gibi özellikli, fayda ve maliyetleri derinlemesine analiz edilmesi gereken “büyük projeler” kentsel gündemleri işgal etmekte. Öte tarafta ise, deprem ve afetler gibi uzun soluklu ancak öncelikli ve acil olmasına karşın ihmal edilen gerçek gündemler… Bu çerçevede sıkışan büyükkentlerde üretilecek üst ölçek planların niteliği ve içeriği her iki farklı seçimi birlikte ve bütünlükle yönlendirebilecek stratejik bir derinlik sunmak zorunda. Oysa çalışmaları sürdürülen üst ölçek planlama çalışmalarının bu gereklilikleri çözümleme çabası konusunda kamuoyunda ciddi endişeler oluşmaya başladı bile…


Diğer taraftan, bu üst ölçek plan çalışmalarının; büyükşehir belediyelerine yeni bağlanan ilçe ve ilk kademe belediyelerinin abartılı nüfus büyüklükleri hesaplanarak yapıldığı için hektarlarca alanı kapsayan, jeolojik açıdan sakıncalı ve korunması gerekli alanları yerleşime açan imar planlarını meşrulaştırıp yan yana yapıştıran bir kolaj çalışması olmaması gerektiği de unutulmamalı.


Üst ölçek planlar; kente ilişkin tüm risk ve fırsatları ele alarak, afet gerçeğini unutmadan, stratejik bir yaklaşımla, kentlilerin aktif katılımlarına olanak sağlayacak biçimde, yerel kalkınma dinamiklerini çözümleyip yönlendirecek, kent ve kamu yararına gereken tüm radikal karar ve yaptırımları almaktan çekinmeyecek bir içerikte gerçekleştirildiğinde özlenen sonuçlara ulaşılabilir. Aksi halde, planlama yaklaşımından uzak günübirlik çözüm önerilerinin gerçek çözümler üretmek bir yana, doğal-kültürel değerler ile kent ve kamu kaynaklarını savurganca tüketeceği bilinmelidir.


Öteden beri planlama geleneğine sahip öncü kentlerimizden olan İzmir’de, bu hassasiyet ve önceliklerin gözden kaçırılmayacağına inanmak istiyor ve tüm bu sorunların kent halkının sorun ve önceliği olduğu ölçüde çözümlenebileceğini, bu anlamda tüm kesimlere aktif görev düştüğünün bilincinde olunması gerektiğini hatırlatıyoruz.


Kent halkına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur.


TMMOB Şehir Plancıları Odası


Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>