Etik İlkeler Özlük Hakları
KENT PATRONLARININ BÜYÜKŞEHİRLERİNE DOĞRU!!!
HABERLER
Yayına Giriş Tarihi
2004-07-26
Güncellenme Zamanı
2004-07-26 17:07:48
Yayınlayan Birim
MERKEZ
BASINA VE KAMUOYUNA
26.07.2004

KENT PATRONLARININ BÜYÜKŞEHİRLERİNE DOĞRU!!!

Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması Çalışmaları ve 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu Yeni Sorunlar ve Eşitsizlikler Yaratacaktır.

Son dönemde Türkiye'de kamu yönetimi sistemini yeniden yapılandırma amaçlı olarak hazırlanan yasa tasarılarından bazılarının yasalaşması süreci hızlanmıştır. Bu süreç kapsamında yürürlüğe giren yasalar, önemli yetersizlikler ve çelişkilerle, önümüzdeki süreçte çok ciddi sorun ve açmazları beraberinde getirecektir.
Mevcut kamu yönetimi sisteminin yetersizlikleri ve yeniden yapılandırılması gereği, uzun yıllardır ve farklı kesimlerce dile getirilmektedir. Bu kaygı ve beklentiler içinde Türkiye'de yapılacak bir yönetim reformunun temel ilkesi; ülkede yaşayan tüm yurttaşların sahip oldukları insan ve kentli haklarının gereği olarak kamu hizmetlerinden eşit ve uygun koşullarda yararlanmalarının sağlanması olarak ortaya koyulmaktadır. Ülke kaynaklarının ülke kalkınmasını ve kamu yararını sağlamak üzere, bilimin gerekleri doğrultusunda kullanılmasına olanak verecek, bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarını ve kentsel çelişkileri en aza indirecek, kentlerdeki yaşam kalitesini arttıracak, kapsayıcı-aktif katılımı odağına alan bir kamu yönetim sisteminin kurulması ve böylesi bir sistem içinde merkezi ve yerel yönetim birimlerinin tamamlayıcılık ve bütünlük ilkeleri uyarınca çalışmalarının sağlanması, ülkenin en önemli ihtiyacıdır. Oysa hazırlanan yasalar bu ihtiyacı karşılamaktan uzak görünmekte ve halen yaşanmakta olan eşitsizlik sorununu daha da çeşitlendirmek ve derinleştirmek tehlikesi taşımaktadır.
Diğer yandan, kamu hizmetlerinin piyasa mantığına uygun olarak üretilmesi ve bu hizmetlerin özel sektör tarafından görülmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının firma mantığına uygun olarak işletilmelerinin önerilmesi, denetimin olabildiğince azaltılması, yasaların genel düzenlemeleri arasında yer almaktadır. Bu düzenlemeler ülkede yaşayan yurttaşların kamu hizmetlerinden eşit olarak yaralanmalarını sağlamayacağı gibi, hali hazırda sosyal devlet ilkesi nedeniyle yoksul kesimlerin ve emeği ile geçinenlerin elde ettikleri pek çok kazanımdan da yoksun kalmalarına neden olacaktır.
Ayrıca, Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimlere yönelik düzenlemelerde en temel vurgu "yerellik" olarak ön plana çıkmakta ancak, bu tanım ve kavramın temel gereklerinin yerine getirilmesi yerine, il ve büyükşehir ölçeğine indirgenmiş bir kent ve kamu yönetimi sistemi tanımlanmaktadır. Oysa kamu ve kent yönetimi süreçlerinin, aktif kentli-yurttaş katılımına olanak sağlayan yenilik, açılım ve mekanizmaları tanımlaması beklenmektedir. Ayrıca böylesi katılım süreçlerinin en yoğun biçimde tanımlanabileceği büyükşehir yönetimlerinde de, belediye meclislerine gereğinde kamu kurumu niteliğinde meslek odalarının katılımı öngörülmekle olumlu bir açılım getirilmekte, ancak gerekli ve yeterli katılım süreçleri araştırılmamaktadır. Buna ilaveten, en yerel birimler olan apartman, mahalle, semt, belde, ilçe ölçeklerinin yerellik unsuru olarak yönetim süreçlerine en etkin katılabileceği büyükşehir yönetim süreçlerinin tanımlanmasına özel bir titizlik gösterilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Büyükşehirlerin sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda düğüm noktaları olarak ön plana çıktıkları bu süreçte, öteden beri yönetim süreçlerinde barındırdıkları ciddi sorunların çözümlenmesi çok daha detaylı, esnek ve ufuk genişliği yaratabilecek bir yaklaşımla olasıdır. Oysa, yeni yasa; bu yenilik, gereklilik ve dinamikleri araştırmaksızın, uzunca bir süredir, ülkemiz büyük kentlerinin yönetim yapısını belirleyen 3030 Sayılı Yasanın, "yetki kavgası"na dayanan sorunlarını "büyükşehir" bakış açısıyla yetkileri tek elde toplayarak çözmeye çalışan ve demokratik açılımları yetersiz bir nitelik sunmaktadır. Dünyadaki yönetim ve planlama yaklaşımları içerisinde en temel vurgular olan yerellik, katılım, aktif-müzakereci kent ve süreç yönetimi yaklaşımlarının ise, henüz yürürlüğe giren 5216 sayılı kanunda yer bulmamış olduğu görünmektedir. Üstelik, yerellik vurgusuyla, merkezi yönetim yetkilerinin önemli bir bölümünün büyükşehir belediyelerine devredildiği bu süreçte büyükşehir belediyelerine yönelik denetim mekanizmaları tanımlamayan bu yasa, aynı yerellik vurgusu ve yetkilerin ilçe-semt-mahalle ölçeğinde dağıtılıp katılımın ve yerelliğin güçlendirilmesi konularında da çok katı ve merkezci bir yaklaşım göstermektedir. Bu kamu yönetimini düzenlemeye çalışan yasa ve tasarıların bütünlüklü bir yapı ve dil birliği anlayışından uzak olduğunun, birbirleri ile çeliştiğinin de açık bir ifadesidir. Ayrıca, bir çok açıdan denetimden uzak biçimde tanımlanan büyükşehir belediyelerinin, ilçe belediyeleri üzerindeki denetim yetkisi ve gereğinde ilçelerin görevlerini de üstlenme anlamında ayrıcalıklarla donatılması da, bu yasanın kendi içindeki çelişkilerindendir.
Diğer yandan, yine uzunca bir süredir ülkemiz gündeminde yer bulan ve yaşanan afetler sonucu önemi daha iyi anlaşılan İmar ve Şehirleşme Yasa Tasarısının Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından sonuçlandırılma aşamasına getirildiği bir süreçte, bu yasa tasarısında ortaya koyulan tüm yenilik ve çağdaş yaklaşımların, söz konusu yenilikleri uygulayacak büyükşehir belediyelerinin yönetimini belirleyen yasada göz ardı edilmesi de, kentlerin planlanıp yönlendirilmesi açısından önemli güçlükler yaratacak, bu anlamda yapılacak yeniliklerin şimdiden önünü tıkayacaktır. Birbiriyle bütünleşmeyen böylesi parçacı yasama süreçleri, diğer kentler açısından da öncü-örnek niteliğe sahip büyükşehirlerin kentsel gelişme, planlama ve afet riskleri açısından özel önem taşıyan yönetim, planlama ve şehircilik sorunlarını çözebilecek derinlik ve ufuk genişliğinden uzaktır.
Büyükşehirleri, metropoliten ölçekte ve oluşturduğu etki alanlarını göz önüne alarak, bu alanlara yönelik yetki ve derinliklerle yoğunlaştıracak bir anakent yönetimi yaklaşımı ile ele almak yerine, ilçe belediyelerinin görevlerini yüklenme bağlamına ve sınırlı sembolik katılım-yerellik süreçlerine indirgeyen böylesi bir anakent yönetim yasasının, gündelik sorunların çözülmesi ve yeni "Kent Patronları" yaratılması dışında yenilik ve açılım tanımlamayacağı da açıktır.
Dünyada ve ülkemizde yaşanan sosyo-ekonomik, kültürel ve mekansal değişim süreçlerinde çok büyük önem kazanan ve yönetilip, yönlendirilmeleri ayrı bir süreç yönetimi ve anlayış gerektiren büyükşehirlerin yönetiminin; imar, şehircilik ve planlama konularındaki yenilik ve açılımları yakalamaktan uzak, bu anlamda gerçekleştirilmeye çalışılan düzenlemelere kulağını tıkayan, sembolik katılım mekanizmaları ile aktif kentli-yurttaş katkısını dışlayan, yerellik vurgusunu sadece il ve büyükşehir ölçeğine indirgeyip, gerçek yerellikleri göz ardı eden, denetimden ve şeffaflıktan uzak, ancak kendisine gereğinde denetlediklerinin tüm yetkilerini de devralma yetkisinin verildiği bir yaklaşımla çağdaş, eşitlikçi, toplum ve kamu yararına bir nitelik kazanamayacağı görülmelidir.
Bu nedenlerle, gerekçelerini ekte ayrıntılı olarak sunduğumuz sorunları ve olası tehlikeleri de göz önüne alınarak, 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun yeniden ele alınması ve diğer yasalar ile, özellikle söz konusu süreçleri çözümlemeyi amaçlayan Hükümet Tasarılarından İmar ve Şehirleşme Yasa Tasarısı ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmaksızın uygulanacak yeni büyükşehir yasası, büyükşehirleri kent patronlarının iki dudağı arasına mahkum bırakacaktır.


TMMOB Şehir Plancıları Odası
Yönetim Kurulu

------------------------------------------------------------------------------------------


BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KANUNU HAKKINDA TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI GÖRÜŞLERİ

Yukarıda genel hatları ve Kamu Yönetimini düzenlemeyi hedefleyen diğer kanun ve tasarılarla ilişkileri anlamında çözümlenmeye çalışılan, 10.07.2004 tarihinde TBMM Genel Kurulunca kabul edilerek, Cumhurbaşkanı tarafından tümü onaylanan "5216 Nolu Büyükşehir Belediyesi Kanunu" hakkındaki Odamız görüşleri ayrıntılı olarak kamuoyunun değerlendirmelerine sunulmaktadır.
Genel yaklaşım olarak, büyükşehirlerin yönetimine yönelik olarak dünyada ve ülkemizde oluşan dinamik, yenilik ve değişimleri algılamaktan uzak ve demokrasi, haklar ve planlama konuları ile, tüm bilim alanında gerçekleşen derinlikler ve bunların uygulamalarını yakalama çabasından yoksun olarak değerlendirilebilecek böylesi bir büyükşehir yönetimi anlayışının, küresel düğüm-kırılma noktaları haline gelen ve yerleşik alanlarındaki sorunları giderek derinleşen ana kentlerimizin sorunlarını çözme anlamında yeterli olmadığı ifade edilebilir.
Bu anlamda yukarıda vurgulanan değişimlerin bu yasaya yansıması gereken boyutları ile değerlendirilmesine çalışılacaktır.
1. Demokrasi alanında, çoğunluk demokrasisinin yetersizliği ve çoğunluk diktası anlamına gelebilecek uygulamalara son verilebilmesi için, azınlık ve dezavantajlı grupların kendini ifade edebilmesi anlamında katılım süreçlerinin tartışıldığı ve aktif-kentli, yurttaş bilinci ile, kente dair tüm süreçlerin odağına koyulan insan modelinin üzerine vurgu yapıldığı bir süreçte; kentsel karar verme süreçlerine meslek odalarının katılımını öngörmek gerekli, değerli ancak yetersizdir. Kentsel süreçlere halen sembolik bir katılımla sınırlanan vatandaş yerine, apartman yöneticilerinden, mahalle muhtarlarına, semt birimlerinden, ilçe ve ilk kademe belediyelerine kadar toplumun olabilen en geniş kesiminin karar verme süreçlerinde bulunabileceği bir müzakereci kent yönetimi anlayışı bu yasanın hiç araştırmadığı konulardandır. Bu yaklaşım ve içerikte kurgulanacak "Kent Konseyleri" işlerlik kazanabilecek, Belediye meclisleri ve gereğinde çoğunlukla iş çevrelerinin görüşlerine başvurma yönündeki temsil ve katılım mekanizmaları da toplumun tüm kesimlerine açılabilecektir.
2. Haklar alanında yaşanan değişimlerin de bu kanun kapsamında yer bulmadığı söylenebilir. Çok genel çizgileriyle insan haklarının oluşum süreçleri göz önüne alındığında üç aşamalı bir gelişim süreci izlediği görülmektedir. Birinci aşamada, daha çok bireyi devletten koruma amacı taşıyan; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, yaşama hakkı, düşünce ve vicdan özgürlükleri gibi klasik hak ve özgürlükler gelişmiş ve kurumsallaşmıştır. Bu hakların herkese eşit fırsatlar sağlayamadığı ve refahı yaygınlaştıramadığı ortaya çıkınca, ikinci aşamada kişisel haklardan sosyal haklara geçiş söz konusu olmuş, refah devleti kavramı önem kazanmış, çalışma, sosyal güvenlik, çalışanların

örgütlenebilmesi, sağlık, eğitim, konut vb. sosyal haklar kurumsallaşmıştır. İnsan hakları günümüzde de, dayanışma hakları olarak adlandırılabilecek 3. jenerasyon haklar bağlamında gelişmekte ve çeşitlenmektedir. Çevre hakları, kentli hakları insanlığın ortak varlığından yararlanma, barış ortamında yaşama, vb. nitelikteki dayanışma haklarını diğerlerinden ayıran en temel özelliği ise; gerçekleştirilebilmeleri için toplumda yaşayanların gayretlerini birleştirmeleri gerekliliğidir. Bireylere olduğu kadar tüm topluma ilişkin olan ve yaşamın içinde doğan bu haklar, ödevleri-sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Bu kapsamda büyük önem kazanan "kentli hakları"na ve "çevre hakları"na ilişkin bir vurgu içermeyen ve kentsel gelişme sürecinde oluşan rantın kamuya döndürülebilmesi anlamında özellikle büyükşehirlerin üstlenebileceği görev ve sorumlulukları araştırmayan bir büyükşehir yasasının yenilikçi, çevreci ve hakça olduğunu ifade etmek olanaklı değildir.
3. Dünyada son dönemde yükselen değer olarak ön plana çıkarılan "Yerellik, subsidiarity" ilkesini benimsediğini ifade eden bir büyükşehir yasasının, yerelliği il ve büyükşehir ölçeğinde sonlandırması da kabul edilebilir değildir. Apartman-mahalle-semt ve ilçe anlamındaki atılım ve yerelliklerin de önem kazandığı ve bu bölgelerdeki temsilin, gerçek yerel temsil olarak önemsendiği, meslek kuruluşları ve uzman kuruluşlarına dair katılımların sermaye ve iş çevreleri yanı sıra uzman meslek odaları, demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının da olabilen en aktif ve şeffaf biçimde süreç yönetimine dahil olabilecekleri bir yerellik yerine, tüm yerelliklere büyükşehir ölçeğinde müdahale edilen kent patronlarının tanımlanması yolu seçilmiştir. Bu yaklaşımla, kente ilişkin süreçler, çoğu kez büyükşehir belediye başkanının iyi niyetine ve iki dudağı arasına bırakılacaktır. Oysa kentler ve insanların toplu yaşadığı tüm birimler, böylesi kişilere odaklı bir yönetim anlayışı ile yönetilemezler.
4. Planlama alanında "stratejik plan" vurgusu ve tanımına geçilir, buna yönelik yeni planlama-uygulama araçları tanımlanırken, stratejik plan tanımını kaynak ve bütçe dengelemesi ve seçim süreci boyunca yapılabilecek işler bağlamına indirgeyen ve büyük kentlerin planlarını hala nazım plan olarak tanımlayıp, 1/25,000 ölçekle sınırlayan bir planlama yaklaşımın sunulduğu söz konusu yasanın yenilikçi ve sorun giderici olduğu söylenemez. İmar ve Şehirleşme Yasa Tasarısında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca da ısrarla gerekliliği ve içeriği tanımlanmaya çalışılan planlama ve şehircilik alanındaki tüm yenilik, gereklilik ve değişimlere kulağını tıkayarak kentleri planlamaya çalışan anlayışın, planlamayı kentsel rantların dağıtımı ve rant-spekülasyon süreçlerinin meşruiyetini sağlamaya indirgeyen bir yaklaşımdan kurtulamadığı söylenebilir.
Büyükşehir Belediyelerinin yönetimini belirleyen bu kanun maddeleri bağlamında incelendiğinde en temel değerlendirmeler şöyle ortaya koyulabilir:

" 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Yönetimi hakkında kanun yürürlüğü girdikten sonra Büyükşehir Belediyelerinde oluşan görev ve yetkilerin kavgasının, planlama ve koordinasyon yetkisi karmaşasının giderilmesine çalışılan bu Yasada, ilk kademe belediyesi adında belde belediyeleri tanımı yapılmakta ve Büyükşehir belediyelerine yeni bir belediye kademesi eklenmektedir. Belde belediyelerinin yarattığı sorunları giderebilmek anlamında geç kalmış ancak doğru bir yaklaşım olarak ortaya çıkan bu uygulama, mevcutta kaçak ya da tamamen sorunlu olarak yapılaşmış belde belediyelerinin sorunlarının ve bu belediyelerin büyükşehir bütünü açısından yaratacağı sorunların nasıl çözümlenebileceği açılarından da değerlendirilmelidir.
" Bu kanun taslağı ile Büyükşehir Belediyeleri ile ilçe ve ilk kademe belediyelerinin görevleri ayrıntılı şekilde düzenlenerek Büyükşehir Belediyesi ile ilçe ve ilk kademe belediyeleri arasında çıkması muhtemel görev ve yetki çatışması önlenmek istenmiştir. Ancak Büyükşehir Belediyesinin görev yetki ve sorumluluklarını artıran ve yeni görevler veren tasarının bu anlamda da bazı sorunları bulunmaktadır. Örneğin Kanunlarla Büyükşehir Belediyesine verilen görev ve hizmetlerle ilgili her türlü imar uygulamasını yapmak ve ruhsatlandırmak, Özel hal ve mezbaha açılmasına izin vermek görevleri, Büyükşehir belediyelerinin ilçe ve ilk kademe belediyeleri yerine geçmesine ve temel fonksiyonlarından uzaklaşmasına neden olacak düzenlemeler arasında yer almaktadır.
" Büyükşehir Belediyelerinin yapacağı üst ölçek planların nazım imar planı olarak adlandırılmasında önemli uygulama sorunları yaşanabilecektir. Büyükşehir sınırlarında yapılacak ve gerçekte planların uygulama birimi olmayan Büyükşehir belediyelerine uygulama planı niteliğinde plan yapım yetkisi verilmesi bugün yaşanan bazı sorunları ortadan kaldırmayacak, aksine artıracaktır. Büyükşehir belediyesi, fiziksel planlama alanında organizasyon ve yönlendirmeden sorumlu olan bir birim olarak varlık göstermeli, ilçe ve ilk kademe belediyelerinin yapacağı, nazım ve uygulama planlarını yönlendiren, biçimlendiren, kural, esas belirleyen ve bunlara uyulmasını sağlayan ve denetleyen birim olmakla yükümlü kılınmalı, kent bütünü planlamasından sorumlu olmanın ötesinde uygulayıcı birim gibi çalışmamalıdır. Bu anlamda Yasanın İmar ve Şehirleşme Kanunu Tasarısında yer alan tanım ve süreçlere dayalı düzenlemelere gereksinim duyduğu ve paralellik sağlanmasının zorunluluğu çok açık olarak ortadadır. Aksi bir durum çok büyük bir karmaşaya neden olacaktır.
" Büyükşehir belediyesi için gerekli nüfus 750.000 olarak belirlenmekte ve Büyükşehir Belediyesi sınırı olarak merkez belediye sınırından 10.000 m. yarıçap içindeki yerleşim yerleri tanımlanmaktadır. Bu belirleme sadece fizik mekana dönük bir düzenleme olması nedeniyle yeterli ve anlamlı görülememektedir. Özellikle merkez belediyeyi merkez alan yarıçap ile sınır belirlemenin bilimsel bir temeli bulunmamaktadır. Büyükşehir belediyelerinin etki alanlarını bir geometrik şekille tanımlamanın

açıklanabilir bir gerekçesi bulunmadığı gibi, bu belirleme ile birlikte fizikî yerleşim durumları ve ekonomik gelişmişlik düzeyleri de dikkate alınacağına dair açıklamalar da geçerlilik bulamayacaktır. Kaldı ki bugün varolan Büyükşehirlerin bazılarının kapsam ve sınırı içinde olması gereken yerleşim alanları 10.000 metreden uzaktadır. Bu tür bir belirleme rasyonel değildir. Büyükşehir Belediyelerinin metropoliten alanların eşgüdüm içinde gelişmelerinin sağlanmasından sorumlu olan yönetim birimleri oldukları düşünüldüğünde, bu belediyelerin sınırlarının metropoliten alan sınırlarına denk düşmesi gerektiği anlaşılır. Oysa yasada, valilik binasının merkez kabul edilmesi ile farklı yarıçaplarda çizilecek bir dairenin sınır olması öngörülerek oldukça yanlış, yetersiz ve sorunlu bir düzenleme öngörülmektedir. Böylesi bir 'pergel yöntemi' ile büyükşehir belediyelerinin sınırlarının metropoliten alan sınırları ile çakışmasının olanağı yoktur. Bu yaklaşımla, gerçekte, metropoliten etki alanında kalan yerleşimler, metropoliten belediyenin görev ve sorumluluğu dışında kalabilirken, kırsal niteliği ve sosyo-ekonomik yapısıyla büyükşehirlerden görece kopuk yerleşimler belediye sınırı içerisine girecektir. Bu konuda İzmir gibi kıyı kentlerinin metropoliten etki alanlarının lineer ve iç kesimlere uzanan yapısını tamamen göz ardı eden bir sınır tespiti yapıldığı örneği verilebileceği gibi, İstanbul, Ankara, Bursa gibi hemen tüm büyükşehirlerde de benzer nitelikli anlamsız belediye sınırlarının ortaya çıktığı görülebilir.
" Diğer taraftan büyükşehir belediyelerinin sınırlarının "Belediye Sınırı" olarak genişletilmesi de ilk anda olumlu algılanmakla beraber önemli sorunları da beraberinde getiriyor görünmektedir. Belediye sınırı, ilgili belediyelerin tüm belediye hizmetlerini götürmekle yükümlü oldukları alanı tanımlamaktadır. Böylesi bir genişleme ile, kırsal niteliği yoğun köyler de "mahalle" statüsü kazanacak ve bu bölgelere de tüm belediye hizmetlerinin götürülmesi kaçınılmaz bir gereklilik haline gelecektir. Oysa, bugün bir çok büyükşehir belediyesi, mevcut kent yerleşik alanlarına hizmet götürmekte zorlanmaktadır. Bu nedenle bu alanlara götürülecek hizmetlerin ölçütlerinin ortaya koyulması da, kollamacı ilişkilerin önüne geçilmesi yanı sıra, kamu kaynaklarının etkin kullanılması ve öncelikle büyük kentlerin yerleşik alanlarında yoğunlaşan sorunların çözümlenmesi anlamında büyük önem taşımaktadır.
" Yasada, nazım imar planı, uygulama imar planı ve parselasyon planlarının yapımına ilişkin sürelerin belirlenmesi bölgeleme, etaplama ve imar programları yapılması gereklerini de beraberinde getireceği için olumlu bulunulmakla birlikte, iki yıl içinde uygulama imar planı ve parselasyon planlarını yapmayan ilçe ve ilk kademe belediyelerinin yerine Büyükşehir Belediyesinin hangi süre içinde bu planları yapması gerektiği belirtilmemiş, büyükşehirleri kimin denetleyeceği ortaya koyulmamıştır. Bu durumda, planların belirli sürelerde tamamlanması yönündeki seçim de, etaplama ve bölgeleme anlayışından çok, ilçenin planlama yetkilerinin denetimden uzak bir biçimde kullanılmasına gideceği endişesini uyandırmaktadır.

" Yasanın yol açacağı önemli sorunlardan bir diğeri de; ilçe ve büyükşehir belediyeleri arasındaki yetki dağılımının ilçe belediyeleri aleyhine ciddi biçimde bozulmasıdır. Yasa başta planlama yetkileri olmak üzere ilçe belediyelerinin pek çok yetkisini büyükşehire vererek, ilçe belediyelerini adeta büyükşehir belediyesinin şubesi konumuna indirmiştir. Yasa ile artık büyükşehir sınırları içinde kalacak ilçe ve ilk kademe belediyeleri genel olarak katı atık toplamak, defin hizmetleri yürütmek ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak işlerini yürüteceklerdir. Planlama yetkileri bağlamında da ilçe belediyeleri oldukça güçsüz bir konuma indirilmektedir. Hali hazırda ilçe belediyelerinin en önemli görevleri arasında yer alan uygulama imar planlarının yapımı ve onaylanması yetkisi, bu planları değiştirerek onaylamak ya da bir yıl içinde yapılmayan planları yapmak yetkisi ile aslında büyükşehir belediyelerine verilmektedir. Bu duruma bir de büyükşehir belediyelerine verilen ve ilçe ile ilk kademe belediyeleri üzerinde uygulanacak imar denetim yetkisinin eklenmesi metropoliten alanlarda imar ve planlama konularında tek yetkilinin büyükşehir belediyeleri olmasını güçlendirmektedir. Karar organı ve başkanı seçilerek göreve gelen ilçe belediyeleri de yerel siyasal birimlerdir ve bu birimlerin görev ve yetkilerinin bu denli tırpanlanması bu birimlerin siyasallıklarına zarar vereceği gibi tüm bu yasaların yerellik iddiası ile de çelişmektedir. İlçe ve Büyükşehir Belediyeleri arasında yaşanan sorunlar, ilçe belediyelerini adeta yok etmekle değil, bu birimler arasında eşgüdümü ve birlikte çalışmayı sağlayacak mekanizmaların oluşturulması ile çözülmelidir.
" Büyükşehirler düzeyinde yetkilerin büyükşehir belediyelerinde toplanması yetki dağınıklığının önlenmesi gibi nedenlerle olumlu görülebilir ancak bu noktada söz konusu yetkilerin kullanılma esasları konusundaki düzenlemelere dikkat etmek gerekir. Türkiye'de yaşanan büyükşehir belediyeleri deneyimi özellikle son yıllarda, büyükşehir belediye başkanlarının adeta 'kent patronu' haline geldiklerini ve kentlerin geleceklerine ilişkin kararları kendi kişisel ve siyasal tercihleri doğrultusunda belirlediklerini göstermiştir. Kentlerde yaşanan yurttaşlar ile bilim ve meslek çevrelerinin uyarı ve önerilerini dikkate almayarak ve bunları bazı toplum kesimlerine hedef göstererek, karar alma süreçlerinden dışlayarak çalışmaya alışkın olan bazı büyükşehir belediye başkanlarının bu konumlarını değiştirecek ciddi düzenlemelerin yasada yer almamasına ilaveten, belediyeler üzerindeki denetimin de zayıflatılması ile başkanların 'kent patronu' olma pozisyonunu daha güçlenecektir. Böylesi bir ortamda yetkilerin büyükşehirde toplanmasını, yetki dağınıklığını giderici bir düzenleme olarak olumlamanın olanağı bulunmamaktadır. Aksine bu durum büyükşehir belediye başkanlarını kentlerin gelişimine yön verecek tek kamusal özne konumuna getirebileceğinden ciddi bir olumsuzluk olarak değerlendirilmek olasıdır.


" Büyükşehir Belediyesi Kanununda yer alan planlama yetki ve tanımları incelendiğinde herhangi bir yeniliğin ya da ileri düzenlemenin önerilmediği anlaşılmaktadır. Yasada büyükşehir belediyeleri düzeyinde yapılması gereken metropoliten alan ölçeğindeki stratejik planlama yaklaşımı yerine mevcut nazım ve uygulama planları pratiğinin devamı öngörülmektedir. Yasa bu haliyle, halen çalışmaları devam eden İmar ve Şehirleşme Kanunu ile paralellik taşımadığı gibi bu kanunun gerisinde kalmaktadır. Bu eksiklikler ve yetersizlikler nedeniyle İmar ve Şehirleşme Kanununda getirilen yeniliklerin Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile önü tıkanmaktadır.
" 3030 sayılı kanunda büyükşehir belediyesi ile ilçe ve ilk kademe belediyeleri arasındaki plan uygulama yetkilerinin paylaşımı konusundaki sorunun giderilmesi için bu Yasada da büyükşehir belediyelerine kaçak yapılaşma ile mücadele konusunda etkin ve uygulanabilir yetkiler verilmemektedir. Yasada 3030 sayılı yasadaki bu eksiklik giderilmeye çalışılmaktaysa da, kullanılan araç sadece ilçe ve ilk kademe belediyesinin yerine geçmektir. Oysa, bu anlamda İmar ve Şehirleşme Yasa Tasarısına ve bu tasarıda getirilen önlem ve uygulama araçlarına atıfta bulunulması gerekmektedir.
" Planlama konusunda Büyükşehir, ilçe ve ilk kademe belediyelerine verilen görevler arasında sayılan bazı planlar- örneğin imar ıslah planları- belirli bir yasa uygulamasında geçici sürelerde kullanılan planlar olup, bu kanunda kalıcı planlar gibi yer alması yanlış bir yaklaşımdır.
" Bu Yasada nazım imar planlarına altlık oluşturacak güncel halihazır haritaların yapılması ve bu planların üzerinde olması gereken "Şehircilik ve İmar Kanunu Tasarısı Taslağı"nda belirtilen kadastral durum, afet tehlike ve mikrobölgeleme haritaları verilerinin nasıl elde edileceği ve kim tarafından, ne kadar sürede yapılacağının belirtilmemesi de bir eksikliktir.
" Büyükşehir Belediyesi Kanununun bazı maddelerinde belediyeler ile kamu yararına çalışan meslek kuruluşlarının birlikte çalışmaları ve bu kuruluşların görüş ve önerilerinden yararlanılması hükümleri yer almaktadır. Bir çok açıdan olumlu bir açılım olarak bu yaklaşım ise, tüm kentlilerin ve örgütlü toplumun tüm unsurlarının eşit biçimde katılımı anlamında da, büyükşehir belediye başkanlarının değerlendirme ve anlayışlarına düğümlenmektedir. Bazı belediye başkanları yaptıkları açıklamalar ile bu tür kuruluşları sermaye ve iş çevrelerinin meslek kuruluşları olarak algıladıklarını göstermişlerdir. Bu önemli bir yanılgı ve yanlıştır. Belediyelerin görüşlerinden yararlanacakları meslek kuruluşları arasında en başta TMMOB'ye bağlı meslek odaları, ve örgütlü toplumun tüm unsurları gelmektedir. Bu nedenle, yasanın tanımladığı bu açılımın kendini böylesi bir sığlıkta tüketmemesi için belediye yönetimlerinin olabilen en geniş katılımı ve şeffaflığı araştırma konularında da gerekli özeni ve dikkati göstermeleri gerekmektedir.


" Meslek kuruluşlarının İhtisas Komisyonu toplantılarına davet edilmesi ancak, Alt Yapı Koordinasyon Merkezi toplantıları konusunda bu tür bir düzenlemeye yer verilmemesi, tasarının eksikliklerindendir.
" Büyükşehir belediyelerinin, ilçe ve ilk kademe belediyelerinin planlama ve plan uygulama alanlarında görevlendirilecek olan ve ilgili uzmanlık alanlarından oluşan asgari eleman koşulları belirlenmelidir. Çok disiplinli bir eylem olan planlama ve uygulama konusunda geniş yetki ve görevle donatılmış olan belediyelerin bu görevi hakkıyla yerine getirmesi ve yaşanabilir çevreler oluşmasının önkoşullarından birisi, görevlilerin belediyenin özelliği ve büyüklüğüne uygun uzmanlık alanlarından ve asgari sayıda yer almasıdır. Bu doğrultuda düzenlemelere mutlaka yer verilmelidir.
" Yasada Büyükşehir Belediyelerine afet ve acil durum planlaması ile yetkiler verildiği görülmektedir. Ancak bu yetki ve görevler yeterince ve gerektiği gibi detaylı tarif edilmemiştir. Bu yetkilerin oldukça yüzeysel ve yetersiz kaldığı görülmektedir. Oysa Türkiye gibi afet riski oldukça yüksek olan bir ülkede yapılacak planlama çalışmaları ile bu çalışmalarla ilgili yasal düzenlemelerin en temel girdilerinden birisi afet olmalıdır.
" Gerek Büyükşehir Belediyesi Kanununda gerekse Belediye Kanununda getirilen düzenlemeler içinde en önemli sorunlardan birisi de; bu yönetim birimlerine verilen görevler ile bu birimlerin personel ve teknik olanakları arasındaki uyumsuzluktur. Belediyelere ciddi düzeyde görev ve yetki veren yasalar, bu görev ve yetkilerin yerine getirilmesini sağlayacak personel ve teknik olanakları bu belediyelere sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Belediyelerin personel harcamalarının bir önceki yıl gerçekleşen bütçelerinin %30'unu aşmamasının karar altına alınması özellikle düşük gelirli belediyeler ile az gelişmiş illerin kent yönetimlerinin gerekli düzeyde ve nitelikli personel istihdam etmelerini engelleyecektir. Bütçe ile personel harcamalarının oranlanması ve istihdam edilecek personele gelirler oranında ücret verilmesi özel sektör kuruluşları açısından önemli bir işletme prensibi olabilir ancak, bu durumun kamu kurumlarında önerilmesi sorunludur. Kamu kurumlarının temel sorumluluğu yurttaşlara kamu hizmetlerini eşit ve eksiksiz sunmak olmalıdır. Bu durumun gerektirdiği kadar personel çalıştırılması ve bu personelin ücret düzeylerinin ve sosyal kazanımlarının insan onuruna yakışır düzeyde olması kamu yönetiminin temel ilkesi olmalıdır. Oysa yasalar, sözleşmelilik ve benzeri statülerle kamu çalışanlarının sayısının azaltılması ve kalanların da sosyal haklardan mahrum ve düşük ücretlerle çalıştırılmalarını öngörmektedir. Bu durum planlama mesleğini icra eden meslek mensupları açısından da oldukça sorun yaratacaktır. Şehir Plancıları mesleklerini icra ederken kamu ve bireysel yarar ikileminde tercihlerini her zaman kamu ve toplum yararı doğrultusunda kullanmak durumundadırlar. Bu nedenle de ciddi baskılara ve tehditlere maruz kalmaktadırlar. Yasaların öngördüğü personel rejimi, başta belediyeler olmak üzere kamu kurumlarında çalışan şehir plancılarının maruz

kalacakları tehdit ve baskıları arttıracak ve meslek mensuplarımızın mesleklerini güçlüklerle icra etmeleri sonucunu doğuracaktır.
Sonuçta Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile getirilen düzenlemelerin yeterli derece olgunlaşmadığı görülmekle birlikte, bazı hükümleri ile Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına uygunluğu sağlamaya çalışıldığı izlenimi yarattığı da söylenebilir. Ancak, dünyada ve Türkiye'de oluşan gelişme ve yenilikler ile demokrasi, yönetim, planlama, haklar, yerellik ve temsil konularındaki değişimleri bir çok açıdan kavrayabilecek bir ufuk genişliği sunmayan, kamuoyunda yeterince tartışılmadan, tüm toplum ve yönetim kesimlerinin onayını almadan yürürlüğe giren böylesi bir yasanın, kentsel, yerel dinamik ve ihtiyaçları karşılamaya çalışırken, yepyeni sorun ve kriz alanları yaratabilecek nitelikleri olduğu görülmektedir.
Büyükşehirleri, metropoliten ölçekte ve oluşturduğu etki alanlarını göz önüne alarak, bu alanlara yönelik yetki ve derinliklerle yoğunlaştıracak bir anakent yönetimi yaklaşımı ile ele almak yerine, ilçe belediyelerinin görevlerini yüklenme bağlamına ve sınırlı sembolik katılım-yerellik süreçlerine indirgeyen böylesi bir anakent yönetim yasasının, gündelik sorunların çözülmesi ve yeni "Kent Patronları" yaratılması dışında yenilik ve açılım tanımlamayacağı da açıktır.
Dünyada ve ülkemizde yaşanan sosyo-ekonomik, kültürel ve mekansal değişim süreçlerinde çok büyük önem kazanan ve yönetilip, yönlendirilmeleri ayrı bir süreç yönetimi ve anlayış gerektiren büyükşehirlerin yönetiminin; imar, şehircilik ve planlama konularındaki yenilik ve açılımları yakalamaktan uzak, bu anlamda gerçekleştirilmeye çalışılan düzenlemelere kulağını tıkayan, sembolik katılım mekanizmaları ile aktif kentli-yurttaş katkısını dışlayan, yerellik vurgusunu sadece il ve büyükşehir ölçeğine indirgeyip, gerçek yerellikleri göz ardı eden, denetimden ve şeffaflıktan uzak, ancak kendisine gereğinde denetlediklerinin tüm yetkilerini de devralma yetkisinin verildiği bir yaklaşımla çağdaş, eşitlikçi, toplum ve kamu yararına bir nitelik kazanamayacağı görülmelidir.
Bu nedenlerle, gerekçelerini ekte ayrıntılı olarak sunduğumuz sorunları ve olası tehlikeleri de göz önüne alınarak, 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun yeniden ele alınması ve diğer yasalar ile, özellikle söz konusu süreçleri çözümlemeyi amaçlayan Hükümet Tasarılarından İmar ve Şehirleşme Yasa Tasarısı ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmaksızın uygulanacak yeni büyükşehir yasası, büyükşehirleri kent patronlarının iki dudağı arasına mahkum bırakacaktır.


26.07.2004
TMMOB Şehir Plancıları Odası
Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>