Etik İlkeler Özlük Hakları
ŞEHİR PLANLAMA (NEDEN TUTUKLU?)
BASIN AÇIKLAMALARI
Yayına Giriş Tarihi
2025-04-21
Güncellenme Zamanı
2025-04-21 17:10:00
Yayınlayan Birim
İSTANBUL

Şehir planlama, en temel tanımıyla, mekanın geleceğini toplum yararına şekillendirme disiplinidir. Bu disiplin, salt teknik bir süreç olmanın ötesinde, kamu yararı, kent hakkı, katılımcılık ve bilimsel ilke ve esaslar ile temel değerler üzerine kuruludur. Bu ilkelerin somut yansımaları; kentleri ve yaşam alanlarını doğal afetlere karşı dirençli hale getirmek, kontrolsüz yayılmayı önlemek, altyapı ve ulaşımı geliştirmek, ekolojik dengeyi korumak, tarihi ve doğal değerleri muhafaza etmektir. Ancak bu ilkeler, özellikle kentsel mekanın büyük bir rant potansiyeli taşıdığı durumlarda, kısa vadeli ve dar çıkar odaklı yaklaşımlarla kaçınılmaz olarak çatışır. İşte bu çatışma, şehir planlama mesleğini ve uygulayıcılarını politik mücadelenin merkezine yerleştirir. Tam olarak bu nedenle şehir planlama politiktir.

İstanbul, sahip olduğu küresel ve ulusal önem, stratejik konumu ve barındırdığı devasa ekonomik potansiyel ile Türkiye‘de rant odaklı politikaların ve buna bağlı kentsel müdahalelerin odağında yer almaktadır. İstanbul‘un sunduğu bu potansiyel, sermaye birikim süreçlerinin temel araçlarından biri haline getirilmiştir. Kentin doğal eşikleri, tarihi dokusu, kamusal alanları ve afet riski gibi kritik unsurlar, çoğu zaman bu rant odaklı projelerin ve politikaların baskısı altında kalmıştır. İktidar için İstanbul‘u kontrol etmek, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi gücün de temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle, planlama disiplininin kamu yararını önceleyen ilkeleri, iktidarın İstanbul üzerindeki hedefleriyle doğrudan bir çatışma alanı yaratmıştır. Şehir plancıları, tam da bu çatışma noktasında, mesleki bilgi ve etik sorumlulukları gereği, kentlerin ve doğal çevrenin talan edilmesine karşı bilimsel ve hukuki bir mücadele içerisindedirler.

2000`li yıllardan itibaren İstanbul, yoğun bir kentsel dönüşüm ve mega proje dalgasına sahne oldu. Bu süreçte, planlama ilkeleri sıkça göz ardı edildi, katılımcı süreçler işletilmedi ve kamu yararı yerine dar proje çıkarları önceliklendirildi. Bu dönemin en belirgin kırılma noktalarından biri Gezi Parkı Direnişi oldu. Gezi, sadece bir parkın korunması mücadelesi olmanın ötesinde, kent hakkına, kamusal alanlara ve katılımcı planlama süreçlerine yönelik topyekûn bir savunma hareketiydi. Şehir plancıları, Şehir Plancıları Odası başta olmak üzere meslek örgütleri ve diğer mesleklerden kent savunucuları bu süreçte aktif rol alarak bilimsel ve hukuki dayanaklarla projeye itiraz etti. Benzer şekilde, Kanal İstanbul gibi kentin ekolojik dengesini, su kaynaklarını ve afet riskini derinden etkileyecek projelere karşı da şehir plancıları, kamu yararını ve bilimsel gerçekleri savunarak ön saflarda yer aldılar.

Yakın dönem İstanbul`unda, mesleğimizin katkısıyla, planlama süreçlerinde kamu yararı, katılımcılık ve bilimsel esasların yeniden önceliklendirildiği bir yaklaşım benimsendi. İstanbul‘un deprem riskine karşı hazırlıklı hale getirilmesi yönündeki çalışmaların hızlandırılması, kentin geleceğine yön verecek stratejik planların oluşturulması, nitelikli kamusal mekan projelerinin yarışmalarla hayata geçirilmesi, miras alanlarının kamuya kazandırılması gibi adımlar atıldı. Tutuklanan meslektaşlarımız, bu dönemde İBB ve ilçe belediyelerinde, bu ilerici ve toplumcu şehircilik uygulamalarını hayata geçirmede kritik roller üstlendiler. Meslektaşlarımızın inşa etme gayretinde bulunduğu toplumcu şehircilik ile İstanbul üzerindeki rant kanallarının önü kesilmiş oldu.

Planlamanın tutuklanması, basit bir adli durum değil, şehir planlama mesleği ve temel ilkelerinin hedef alındığı siyasi bir süreçtir. Meslektaşlarımızın karşı karşıya kaldığı tutukluluk ve yargılama süreçleri bireysel eylemlerinden ziyade, savundukları kamu yararı, kent hakkı ve bilimsel esaslar temelinde yürüttükleri mesleki faaliyetler ve örgütlü mücadele nedeniyle gerçekleşen bilinçli bir müdahaledir. Bu durum, plancıların sadece mesleklerini icra ettikleri için değil, aynı zamanda kentler üzerindeki rant odaklı politikalara ve talana karşı durdukları için bedel ödemeye zorlandıklarının açık bir göstergesidir.

Hedef alınan meslektaşlarımız, sahip oldukları mesleki bilgi ve birikimi, İstanbul‘un ve sakinlerinin müşterek yararına kullanma gayreti içinde olmuşlardır. İstanbul‘un deprem riskine karşı hazırlıklı hale getirilmesi gibi hayati konularda somut adımlar atmışlar, kentin geleceğine yön verecek uzun vadeli stratejik vizyonlar ile yaşam kalitesini artıran, kamusal alanları ve kent hakkını savunan projelerde öncü roller üstlenmişlerdir. Özellikle 2019 sonrası dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinde hayata geçirilen nitelikli kamusal mekan projeleri, planlama ajansının kurulması, yarışmalarla kamusal alanların tasarlanması gibi katılımcı ve toplumcu şehircilik uygulamalarının arkasında meslektaşlarımızın temsil ettiği şehircilik anlayışı bulunmaktadır.

Ancak bu kamu yararını gözeten, bilimsel ve etik ilkelerle yürütülen mesleki pratik, mevcut iktidar döneminde yaygınlaşan rant odaklı kentsel müdahale ve sermaye birikimi modeli için bir engel teşkil etmiştir. Kamu yararını, kent hakkını ve kentsel adaleti savunmak, bu rant çarkının işleyişinde bir engeldir. Özellikle İstanbul‘da son dönemde uygulanan ve toplum yararını önceleyen şehircilik politikalarının yarattığı "rahatsızlık", bu müdahalenin temel motivasyonlarından biridir. Planlama, mesleki bilgi ve birikimiyle kamu yararını savunduğu ve mesleki sorumluluklarının gereğini yerine getirdiği için cezalandırılmaktadır.

Dolayısıyla, yaşanan bu süreçler sadece bireysel davalar ve hak ihlalleri olarak görülemez; bu çok daha geniş kapsamlı bir saldırıdır. Bu saldırı, doğrudan şehir planlama mesleğinin kendisine, onun etik ilkelerine ve kamu yararını savunan toplumsal rolüne yöneliktir. Meslek örgütüne yönelik bir baskı aracı olarak kullanılmakta ve Türkiye‘de kamu yararını gözeten, bilimsel ve etik ilkelere dayalı kentleşme politikalarının geleceğini tehdit etmektedir. Amaçlanan, mesleğini kamu yararı doğrultusunda icra etmeye çalışan şehir plancıları üzerinde bir sindirme ve "ibret" etkisi yaratarak, mesleki faaliyetlerin yürütülmesini engellemektir.

Gezi Parkı Davası gibi davalarda ağır suçlamalarla verilen hukuksuz mahkumiyet kararları, 23 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve diğer yerel yönetimlerde görev alan meslektaşlarımıza yönelik çıkarılan tutuklama kararları bu siyasi hesaplaşmanın en somut örnekleridir. Kullanılan hukuki argümanlar ve suçlamalar, meslektaşlarımızın kent mücadelesindeki rollerini ve kamu yararını savunan duruşlarını cezalandırmak için kullanılan birer kılıf niteliğindedir. Asıl "suç", planlamanın rant politikalarına karşı durması, bilimsel gerçekleri dile getirmesi ve kent hakkını savunmasıdır.

Ancak tüm bu baskılar, tehditler, sürgünler ve tutuklamalar planlamanın kararlılığını kıramayacaktır! Bilimin, tekniğin ve meslek etiğinin ışığında, kamu yararından, kent ve çevre haklarından yana mücadeleyi her koşulda sürdüreceğiz! Tutuklu meslektaşlarımız başta olmak üzere, bütün şehir plancıları özgürce meslek etik ve ilkelerine uygun olarak mesleki faaliyetlerini yürütebilene kadar direnmeye, mesleğimizi savunmaya devam edeceğiz!

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>