Etik İlkeler Özlük Hakları
YANGIN GERÇEĞİ: İKLİM KRİZİ, KENTLEŞME VE KAMUSAL İHMAL
BASIN AÇIKLAMALARI
Yayına Giriş Tarihi
2025-07-30
Güncellenme Zamanı
2025-07-30 14:33:44
Yayınlayan Birim
MERKEZ

Yanan Ormanlar, Kaybolan Kamusal Sorumluluklar

Türkiye`nin dört bir yanında yaşanan orman yangınları; doğal varlıklarımızı, canlarımızı, birlikte yaşama hakkımızı, müştereklerimizi ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Bu yangınlarda yaşamını yitiren yangın söndürme emekçilerini, ormancıları, kamu görevlilerini, gönüllüleri ve tüm ekosistem bileşenlerini saygıyla anıyor; ne yazık ki bu kayıpların politik ve kurumsal tercihlerle de ilişkili olduğunun altını çiziyoruz.


Bugün geldiğimiz noktada orman yangınları artık münferit doğa olayları olarak değerlendirilemez. Her ne kadar acil durumda yangınları ivedi şekilde kontrol altına almak için gereken  uygun müdahale yöntemi, yangın söndürme  araç ve kaynaklarının temininde yaşanılan yetersizlik şu anki tartışma gündemimizi oluştursa da bu tür doğa olaylarını felakete dönüştüren yapısal sorunları ortaya koymak elzemdir.


Sermaye birikimini önceleyen ve bugüne kadar ısrarla sürdürülen ideolojik yaklaşım, bilinçli  bir tercih olarak  bilimsel ve toplumsal bilgiden uzak duran ve ekosistem bütünlüğünü dikkate almayan bir kentleşme politikasını hayata geçirmiştir. Kentlerin sınırsız büyüyebileceği varsayımı ile hareket ederek, kent ile kır, insan ile doğa arasındaki ilişki biçimleri olumsuz yönde dönüştürülmüştür. Bu süreçte kırsal alanlara da yansıyan sermaye birikimi odaklı kentleşme politikaları, doğal değerleri piyasa mekanizmaları üzerinden yeniden tanımlayan ekonomik politikalar, altyapıdan sorumlu kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve derinleşen denetimsizlik; ne yazık ki orman alanlarında meydana gelen yangınların sayısının ve şiddetinin artmasında birinci derecede etkilidir. Dolayısıyla yaşadığımız yangınlar her ne kadar meteorolojik durumlarla yakinen ilişkili olsa da özünde önlenebilir afetler olduğu vurgulanmalıdır. Yaşadığımız acı tablo şunu açıkça bizlere göstermektedir ki; doğa ve toplum üzerindeki sistematik baskıların, ihmalin ve sömürünün bir sonucu olarak bugün yurdumuz adeta bir ateş çemberinin içinde bırakılmıştır. 


Küresel Kriz, Yerel Sorun Odakları

İklim krizi küresel olarak iklim dengesinin değişimi, kuraklık, orman yangınları, sel ve fırtına gibi afetlerin sıklığı ve şiddetinde belirgin bir artışla kendisini göstermektedir. İklim modelleri, sıcak hava dalgalarının daha sık geleceğini, nem oranlarının düşeceğini ve kuraklık riskinin artacağını açıkça ortaya koymaktadır.


Ancak yangınların yalnızca iklim koşullarına bağlanması, iklim krizinin sermaye birikimi uğruna derinleştirildiğini ve bu yıkımın insan eliyle ağırlaştırılan boyutlarını gizlemektedir. Orman ekosistemlerinin zayıflatılması, kıyıların ve tarım alanlarının yapılaşmaya açılması, yangına dirençli alanların yok edilmesi, özelleştirme politikalarıyla altyapı bakımının ihmal edilmesi gibi uygulamalar yangınları felakete dönüştüren kritik sebepler olarak ortaya çıkmaktadır. 


Doğal Eşikleri Aşan Politikalar: Yangınların Kentlere Dayanması

Türkiye`deki mekansal planlama anlayışı, afet risklerini tanımlayıp yönetmek yerine görmezden gelen; piyasa mekanizmalarına dayanan bir uygulama biçimi haline gelmiştir. Ormansızlaşmaya, doğal alanlarda yapılaşmaya,  maden ve enerji faaliyetlerinin artmasına ve dolaylı olarak yangın riskine zemin hazırlayan kentleşme politikaları bugün ülkemizde yaşadığımız yangınların temel sebebidir. 


Yangına hassas alanlarda:


  • Afet risklerine dayalı mekânsal veri üretilmemekte, planlama kararları bilimsel temelden yoksun alınmaktadır.

  • Merkezi ve yerel yönetimler arasında etkili bir koordinasyon bulunmamakta, yetki ve sorumluluklar parçalı dağılmaktadır.

  • Koruma statüleri aşındırılmakta, özel plan değişiklikleriyle orman ve tarım alanları yapılaşmaya açılmakta ve Cumhurbaşkanlığı kararıyla ormanlık araziler orman sınırları dışına alınmaktadır.

  • Kırsal alanlar ve orman köyleri planlama süreçlerinin dışında bırakılmakta, temel altyapı ve koruma önlemlerinden yoksun bırakılmaktadır.


Bu durumun doğrudan sonucu olarak kentleşme, doğal eşikleri zorlayarak orman alanlarının sınırına kadar yayılmakta; bu da yangınların çok daha hızlı ve sık biçimde yerleşim alanlarına ulaşmasına, köylerin, mahallelerin ve kırsal yerleşimlerin tahliye edilmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte orman alanlarının çeperine dayanmış yoğun kentsel kullanımlar ve orman içine yayılmış başta enerji ve maden sektörüne ilişkin ekonomik faaliyetler orman riskini artıran temel etkenler olmaktadır. 


Yangın riski ile yerleşim baskısı arasındaki bu çarpık yakınlaşma ve karşılıklı birbirini yok etme kurgusu üzerinden devam eden ilişkisellik, yalnızca plansızlığı değil, yaşamı riske atan bir kentleşme modelinin kurumsallaştığını da ortaya koymaktadır. Planlamanın birincil görevi yaşamı korumakken, mevcut işleyiş doğal ve toplumsal yaşamı riske atan bir araç haline gelmiştir.


Sermayeye Açılan Ormanlar, Kıyılar ve Tarım Alanları 

Yangınların ardından hızla "orman vasfını yitirmiş alan" olarak ilan edilen alanların imara açılması, yangın sonrası yeniden projelendirme mantığının ne denli kurumsallaştığını göstermektedir. 


Özellikle:

  • 2B politikalarıyla ormansızlaşmanın önü açılmakta, 2B statüsündeki orman arazileri özel mülkiyete geçirilmektedir,

  • Kıyı ve orman sınırlarında kalan alanlar turizm yatırımları için tahsis edilmektedir,

  • Orman alanları enerji projeleri (özellikle Rüzgar ve HES )  için alternatif sahalar düşünülmeden kullanıma açılmaktadır.

  • Tarım alanları konut ve sanayi imarına açılmaktadır,

  • Orman Kanunu EK-16. maddede yapılan değişikliklerle orman ekosisteminin ayrılmaz parçası olan açıklık ve taşlık alanlar orman sahası dışına çıkarılarak kullanıma açık hale getirilmiştir. 

  • Koruma ilkeleri madencilik ve enerji projeleri lehine esnetilmiştir.

  • İmar Affı uygulamaları ile doğal ve yarı doğal alanlar kontrolsüz biçimde popülist kaygılarla kullanıma açılması devlet eliyle affedilmiştir. 


Yapılan tüm bu değişikliklerle orman içi kullanımların çeşit ve miktarları sürekli artmaktadır. Yapılan bu düzenlemeler sonucunda orman alanları parçalı hale gelmekte, orman alanları içerisinde kullanım oranı arttıkça da yangın riski doğal olarak artmaktadır. Bu dönüşüm, doğal sistemleri, kırsal toplulukların yaşam biçimlerini, geçim araçlarını ve yerleşme hakkını da yok etmektedir. Yangınlar sonrası yaşananlar, afetin hem doğanın hem de toplumun sosyo-ekonomik bir yıkım biçimi olarak tezahür ettiğini göstermektedir.


Kamusal Sorumluluğun Terk Edilmesi: Müdahale Yetersizliği ve Denetimsizlik

Orman yangınlarına müdahale kapasitesinin yetersizliği, yalnızca araç eksikliği ya da teknik zaafiyetlerden ibaret değildir. Sorunun kaynağı, afet yönetimini kamusal bir sorumluluk olarak değil, kriz anına indirgenmiş, parçalı ve piyasa odaklı bir müdahale pratiği olarak gören yönetim anlayışındadır. Türk Hava Kurumu`nun ve Orman Genel Müdürlüğü`nün yangınla mücadele kapasitesinin yıllar içinde erozyona uğratılması, işlevsizleştirilmesi, yangın söndürme uçaklarının sistematik olarak devre dışı bırakılması ve yerel itfaiye teşkilatlarının kaynak yoksunluğu, devletin asli görevlerinden biri olan yaşamı koruma sorumluluğunun nasıl terk edildiğini göstermektedir.


Bu yapısal zafiyetin bir diğer boyutu, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesiyle birlikte gelen denetimsizliktir. Enerji iletim hatlarının bakım ve kontrolünün özel şirketlerin inisiyatifine bırakılması, orman içi yollar ve altyapı faaliyetlerinin çevresel ve planlama denetimi olmaksızın yayılması, yangınların çıkış ve yayılma riskini artıran doğrudan etkenler arasındadır. Özelleştirme süreçleri, yalnızca hizmet sunumunu değil, denetim ve sorumluluğu da parçalamış; böylece afetlerle mücadele kapasitesi bütüncül bir çöküşe sürüklenmiştir.


Yangınlara yönelik müdahale ve hazırlık süreçlerinde merkezi yönetim ile yerel yönetimler ve sivil toplum arasında işleyen bir koordinasyon mekanizması bulunmamaktadır. Oysa afet yönetimi, yalnızca kriz anına ve yalnızca bir kurumun sorumluluğuna indirgenemeyecek kadar yaşamsal bir kamu görevidir. Müdahale kapasitesinin zayıflığı, kurumsal koordinasyonun eksikliği ve denetimsizliğin sistematik hale gelmesi, orman yangınlarını yönetilemeyen değil, önlenemeyen bir felakete dönüştürmektedir.


Ne yapılmalı? 

Küresel iklim krizinin derinleşen etkileriyle birleşen özelleştirme politikaları, denetimsizliği ve kurumsal ihmali artırmakta; bu da yangınların ve diğer afetlerin yıkıcılığını sistematik biçimde büyütmektedir. Bu tabloya karşı kamucu, entegre ve adalet temelli bir afet müdahale sistemi derhal kurulmalıdır.


Entegre ve Kamucu Bir Müdahale Sistemi Kurulmalıdır


  • Yangın Riskli Alanlarda Yapılaşma Yönetmeliği getirilerek, yapılaşma alanı ile orman sınırı arasındaki mesafenin (savunma zonu) bölgenin şartlarına göre belirlenmesi, kaçış yolu, tahliye koridoru ile yapılarda kullanılacak malzemelerin belirlenmesi sağlanmalıdır. 

  • Ülkenin afet risk haritalarını, yangına hassas bölgelerini ve yerel kapasiteleri temel alan bilimsel ve bütüncül bir acil eylem planı hızla hayata geçirilmelidir.

  • Yerel ve merkezi kurumlar arasında koordinasyon sağlayan, veriye dayalı, afet risk haritalarıyla entegre bir müdahale sistemi kurulmalıdır.

  • Yangın erken uyarı sistemleri, yangın söndürme hava filosu ve kara ekipmanları ülkemizin afet-acil gündemi olarak ele alınarak güçlendirilmelidir ve afet riski yüksek şehirler odağında desteklenmelidir.

  • Yerel halkın bilgi ve deneyimini içeren sivil toplum temelli hazırlık sistemleri desteklenmelidir.

  • Orman ekosistemlerinin yenilenmesine izin verecek rehabilitasyon alanları tanımlanmalıdır,

  • Orman alanlarının canlandırılması ve projelendirilen inşa süreci tüm canlıların yaşam hakkını ve ekolojik bütünlüğü gözeten bir yaklaşımla yürütülmelidir.


Yangına Zemin Hazırlayan Politikalar Tersine Çevrilmelidir


  • Yanan alanların imara açılması anayasal ve yasal düzeyde açıkça yasaklanmalıdır.

  • Maden Kanunu, Orman Kanunu, Kıyı Kanunu ve 2B düzenlemeleri kamu yararı temelinde yeniden ele alınmalıdır.

  • Turizm, enerji ve imar politikalarının yangın riski üzerindeki etkileri bilimsel olarak değerlendirilmeli ve sınırlanmalıdır.

  • İklim kriziyle uyumlu planlama için İklim Yasası ile afet ve iklim uyum stratejileri kamu yönetiminin ve planlama süreçlerinin zorunlu parçası haline getirilmelidir.

  • Orman Kanunu Ek-16 ile orman sınırı dışına çıkarma uygulamalarına son verilmelidir. 

  • Yangın tehlikesi yüksek orman‑yerleşim kesişim alanları, topoğrafya, bitki örtüsü ve iklimsel faktörlere göre sınıflandırılmalıdır.

  • Mevcut imar yönetmeliklerine "yangın riskli bölgeler" tanımlanarak bu alanlara dair alınacak önlemler yasal hale getirilmeli; yangın uzmanlarının onayını gerektiren süreçler entegre edilmelidir.

  • Yangına dirençli malzeme kullanımı: metal çatı, metal ağlı havalandırma, yangına dayanıklı camlı pencere gibi risk seviyesine göre yapı sınıfları tanımlanmalıdır. 

  • Orman-yerleşim sınırına yakın bölgelerde, yangın tehlikesini topoğrafya, bitki örtüsü ve iklim açısından değerlendirerek risk haritaları oluşturulmalıdır.

  • Yeni imar planlarında yolların eni, sulama ve erişim altyapıları yangına göre şekillendirilmelidir.

  • Yol genişliği, yönlendirme ve giriş‑çıkış standartları yangın önlemlerine göre yeniden planlanmalıdır.


  • Savunulabilir Boşluk Zorunluluğu Mevzuata Eklenmelidir

  • Yapılar çevresinde, bölgenin topografik özelliklerine göre belli mesafelerde boşluklar oluşturulmalı; düşük, orta ve bakım seviyeleri belirlenip denetlenmelidir.

  • Komşular arası koordinasyonla bitki temizliği uygulamaları yasal hale getirilmelidir.


  • Su Kaynağı ve Erişim Olanakları Göz Önüne Alınmalıdır

  • Her yeni yerleşimde su depolama sistemi ya da itfaiye bağlantılı, merkezi rezervuar zorunlu hale getirilmelidir.

  • Erişim yolları, su muslukları ve sprinkler sistemlerinin planlaması imar ruhsatına koşul edilmelidir.

  • Risk altındaki bölgelere yeni yapılar inşa edilmeden önce Yangın Riskine Karşı Uygunluk Sertifikası  şartı getirilmelidir

  • Orman içerisinde kalan ve yangın riski yüksek yerleşim alanlarında (mevcut ve yeni kurulacak) orman alanı ve yerleşim alanı arasında savunma boşluğu ile birlikte yangının yerleşim alanlarına yayılmasını engelleyecek şekilde yeşil yangın tampon zonu, peyzaj ve altyapı planlaması kapsamında yerleşim çevresinde planlanmalıdır. Bu alanlarda tıpkı yapıların dış cephelerinde ısıya dayanıklı malzemelerin kullanımı zorunluluğu getirildiği gibi, yanmaz ve ısıya dayanıklı bitki türü ve peyzaj unsurlarının kullanılması zorunlu hale getirilmelidir 


Yaşamı korumak, geleceği planlamak zorundayız

Kentleşme, enerji, madencilik, tarım ve turizm politikalarının ekolojik sınırları aşan uygulamaları, iklim krizinin etkilerini katlayarak bu felaketleri kalıcı hale getirmektedir. Planlama mesleği bu süreçlerin yalnızca teknik bir parçası deği, yaşamı savunmanın, adaleti gözetmenin ve kamusal sorumluluğu üstlenmenin temel araçlarından biridir. Yangınların ardından gelen yıkımın sorumluluğu, riskleri öngörmeyenlerde değil, bile isteye görmezden gelenlerdedir. Bu nedenle doğaya, topluma ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz gereği TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak açıkça ifade ediyoruz:


  • Doğa tahribatına karşı bilimsel bilgiyle,

  • Sermaye odaklı mekansal müdahalelere karşı kamu yararıyla,

  • Toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren afet yönetim algısına karşı adalet ilkesiyle mücadele etmeye devam edeceğiz.


Yaşamı koruyan, müşterekleri savunan ve kamuyu gözeten bütüncül ve kapsayıcı bir yönetim anlayışı için tüm meslektaşlarımızı ve kamuoyunu birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.



TMMOB

Şehir Plancıları Odası


TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>