Etik İlkeler Özlük Hakları
33. OLAĞAN GENEL KURUL SONUÇ BİLDİRGESİ
HABERLER
Yayına Giriş Tarihi
2024-02-26
Güncellenme Zamanı
2024-02-26 15:44:04
Yayınlayan Birim
MERKEZ

 

33. OLAĞAN GENEL KURULU

SONUÇ BİLDİRGESİ 

 

Dünyamız savaşlar, açlık, göç, iklim değişikliği gibi çoklu kriz ortamının etkilerinin derinleştiği  ve sağ popülist eğilimlerin giderek arttığı bir dönemden geçmekteyken, yüzüncü yılını geride bırakan ülkemiz ise bu dönemi, Cumhuriyetin tüm kültürel ve iktisadi kazanımlarının hızla yok edildiği, evrensel insan hakları ve hukukun askıya alındığı koşullarda karşılamaktadır. 

 

Toplumun giderek yoksullaştığı, en temel ihtiyaçlarımız olan gıda ve barınmanın krize dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz. Uzun yıllardır sürdürülen politikalar neticesinde kentlerimiz yaşam alanı olmaktan öte sermaye yaratım ve birikim alanı haline dönüşürken, bu alanlarda kamucu politikaları sürdürmek her geçen gün zorlaşmıştır. Bu vahşi düzen gelinen en son aşamada yaşadığımız depremlerin acı şekilde bizlere gösterdiği biçimde kentlerimizi harabeye dönüştürmüştür. 33. Genel Kurulumuzu mesleğimiz ülkemiz ve kentlerimiz adına böylesi zor koşulların biçimlendirdiği bir ortam içerisinde gerçekleştiriyoruz.

 

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerde on binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yaralanmış, milyonlarca yurttaşımız etkilenmiştir. Deprem sonrası süreçte, ülkemizin bizlere en çok ihtiyaç duyduğu dönemde mesleki ilke ve etik değerlerimiz hiçe sayılmış; tarihsel süreçte oluşmuş mesleki birikim ve doğruların aksine yaşam alanlarımız tamamen piyasa mekanizmasına terkedilmiştir. Gelinen noktada, yalnızca depremler değil, mesleki alanımızda kamu adına sürdürülmesi gereken bütün iş ve işlemlerin piyasa koşullarına terk edilerek denetlenmemesi neticesinde her doğa olayı afete dönüşmektedir. 

 

Ağır bir yıkımla karşı karşıya kalan ve barınmanın ciddi bir ihtiyaç durumuna geldiği kentlerimizde sürdürülen yeniden yapılanma süreçlerinde ise bilimin yol göstericiliğinden uzak, aceleci ve popülist söylemlerle hareket edilmiştir. Bu söylemlerin gerçek dışılığı depremin üzerinden bir yıl geçtikten sonra kendini göstermiştir. 

 

Yıkım yaşamış kentlerimizde kamucu, bütüncül bölgesel ölçekten yapı ölçeğine kadar, bütüncül bir yaklaşımı esas alan planlama anlayışı bir an önce hayata geçirilmelidir.

 

Daha fazla gecikmeden bir taraftan sağlıklı, güvenli geçici barınma alanları tamamlanmalı, diğer taraftan planlı, programlı, katılımcı, kamu yararına uygun, şehircilik ilkeleri doğrultusunda şeffaf ve bütünlüklü bir yeniden inşa yaklaşımı ivedilikle hayata geçirilmelidir.

 

Maalesef ülkemizde yaşanan bir acı, yeni bir acıyla unutulur hale gelmiştir. 

 

Geçtiğimiz iki senelik süreç birçok acı ve zor olayı içerisinde barındırmıştır. Odamızın 32. dönemi, arkadaşımız Tayfun Kahraman`ın tutuklanma kararı ile başlamıştır. Taksim Gezi Parkı Direnişinde halkın belleğinde yer etmiş olan, aynı zamanda bir deprem toplanma alanı da olan Gezi Parkı`nın yapılaşmaya açılması talebine karşı mesleki sorumluluğu gereği kamu yararını savunan meslektaşımız hiçbir delil sunulmaksızın iki kere beraat ettiği davadan tekrar yargılanarak 18 yıla mahkum edilmiştir. 670 gündür ailesinden, dostlarından ve özgürlüğünden uzak kalan  Tayfun Kahraman nezdinde tüm dostlarımızın yanındayız!

 

Toplumsal mücadelenin zayıfladığı, emekçi kesimin karar alma süreçlerinden tamamen dışlandığı bu dönemde yurttaşlık fikri ve kavramı yok edilmiştir. Artık yurttaşların büyük çoğunluğu  asgari ücretle geçinmeye çalışmaktadır. Her geçen gün düşen alım gücü, sermayenin katlanarak artan karları karşısında yoksul, muhtaç bir toplum yaratmanın önemli bir aşamasına gelindiğini göstermektedir. Tüm bunlara yine sermaye kontrolündeki tarım politikaları ve inşaat sektörü eklenince gıdaya ve konuta erişememe sorunu en büyük sorunlarımızdan biri haline gelmiştir.

 

Bir tarafta barınamayanlar, diğer tarafta ise yüz binlerce boş konut bizlere kapitalist sistemin irrasyonelliğini göstermektedir. Bu durum esasen planlama aklını reddetmenin sonucudur. Ancak bir avuç sermayedarın karını büyütmek için bu irrasyonel politikalara hızlanan biçimde devam edilmektedir.  Bugün neredeyse tüm kurumlar hazineden tahsis edilen, halka ait olan tüm arazileri satmakta, özelleştirmektedir. Böyle bir dönemde iktidar, halkın temel ihtiyaçlarını umursamamakta;, kentsel hizmetler, sosyal konut politikaları gibi sömüremediği tüm alanları kaderine terk etmektedir.

 

On yıllardır özelleştirmelerle sermayeye bırakılan sanayi, enerji, iletişim kurumlarımıza eğitim ve sağlık alanları da eklenmiştir. Uzmanları tarafından defalarca hizmet verilmesi mümkün olmayan bir büyüklükte olduğu söylenen şehir hastaneleri ile kent merkezlerindeki erişilebilir hastanelerimiz tek tek kapatılmış, sağlık hizmetleri garantili ödemelerle sermayeye devredilmiş ve çevrelerinde yeni rant alanları yaratarak kent çeperlerine taşınmış, bu durum ulaşım süresi ve masrafı yanı sıra kentsel gelişmeyi de olumsuz etkilemiştir. Bu sözde sağlık politikasının aksine özel hastaneler ise kent merkezlerinde giderek artmaktadır. Toplumun erişilebilir ücretsiz sağlık hakkının yerine getirilmesi kamu yararını esas alan planlama ile mümkündür.

 

Siyasal iktidarın kendi kamusal mekanlarını yaratma hayali, dev bütçelerle birçoğu zaten toplum tarafından kullanılan mevcut kamusal alanların dönüştürülmesinden ibarettir. Aynı zamanda içerisinde ticaret birimleri, sosyal tesisler, cami, otopark gibi birçok kullanımın yer aldığı bu projeler meslek alanımızı hiçe sayan, açık yeşil alanlarda olmaması gereken yapılaşma oranlarıyla, sert zemin miktarı yüksek, kentsel peyzaj bağlamında da başarısız projelerdir. Millet bahçeleri kimi zaman iktidarın siyasi sembolleriyle donatılmakta; bu haliyle de toplumun tüm kesimlerinin kendini yeniden üretebileceği kamusal alanlar olma niteliğini taşımamaktadır. 

 

İklim kriziyle birlikte gündemimize gelen ve yıllardır büyük fonlar ve teşviklerle kontrolsüz biçimde sürdürülen yeşil enerji yatırımları, sanayide yeşil dönüşüm gibi birçok faaliyete karşın, yine aynı şirketlerin termik santralleri, kömür madenleri, doğaya bıraktıkları atıklarla işledikleri çevre suçları artarak devam etmektedir. Bu bir çelişkiyi değil, sermayeye terk edilen her alanda insanın ve doğanın, yaşamın hiçe sayıldığını kanıtlamaktadır. Sömürü ve yoksullaşmamız bir yana, dünyamızın geleceği ve yaşamımızı sürdürmek için acilen kamucu politikalara geri dönülmesi gerekliliği ortadadır.

 

Toplumun yaşam hakkını hiçe sayan sermaye ve onun kolaylaştırıcısı olmakla övünen siyasal iktidar doğa üzerinden yürüttüğü sömürü kurgusunu emek alanında da sürdürmektedir. Defalarca uyarılmasına rağmen 13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan İliç ilçesindeki altın madeninde yaşanan yığın liçi alanında meydana gelen ve kamuoyu ile paylaşıldığı üzere 9 işçinin toprak altında kalmasına neden olan kayma, bir kaza değil açıkça zamana yayılmış bir suçun cinayete dönüşmesidir. Üstelik bu kayma sonucunda Fırat nehrine karışma ihtimali bulunan zehirli maddelerin etkileyeceği havza düşünüldüğünde çok büyük bir yıkım ile karşı karşıya kaldığımız ortadadır. Özü itibariyle bir avuç azınlığın kar hırsı, doğamızı yok etmekte, tüm canlıların hayatını tehlikeye atmaktadır.

 

Sermayenin doğal alanlar üzerinde yıkıcı biçimdeki etkisini en son Erzincan İliç`te yaşanan vahim hadise ile gördük. Buna benzer birçok proje hala ülkemizin dört bir köşesinde devam etmekte ve yaşam alanlarımızı tehdit etmektedir. 

 

Meslek alanımız hiçe sayıldıkça yaşamın her alanını kriz düzeyinde deneyimliyoruz. Buna rağmen kamu yararını esas alan, bütüncül ve kapsamlı çalışmalar yapmak durumunda olan meslektaşlarımız kamu kurumlarında kadro bulamamakta, meslek alanı dışında çalışmak zorunda kalmakta, birçoğu ise işsizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu meslektaşlarımızın önündeki en büyük problem işsizlik ve mesleklerini olması gerektiği gibi icra edememeleridir. Üstelik her geçen yıl binlerce yeni meslektaşımız akademik ve mekansal yeterlilikleri sağlayamayan okullardan niteliksiz bir eğitimle mezun olmakta ve sonunda yine işsizlikle karşılaşmaktadır. Ülke ihtiyacı ile uyumlu bir şekilde belirlenecek olan  kontenjanlarla nitelikli mesleki eğitimin sağlanması için mücadelemizi sürdürmeliyiz. Bununla birlikte, ülkemizin ihtiyaç duyduğu her alanda mesleğimizi yapma ısrarımız ve mücadelemizi ise güçlendirerek devam ettirmeliyiz.

 

Uzun erimli, kapsamlı, kamu yararını esas alan planlamadan uzaklaştıkça yatırımların serbestliği, ülkemizde bir projecilik akımı yaratmıştır. Noktasal yatırımlardan ibaret olan bu çalışmalarda katılımcılık adı altında ilgili kurumlar ve toplumun geniş kesiminin karar alma sürecine bir katkısının olamadığı süreçler yürütülmektedir. 

 

Tüm riskleri ve kırılganlıkları analiz eden planlama çalışmalarında iklim değişikliğine uyum, kent içi hareketlilik, depreme karşı dirençlilik gibi başlıklar yeni konu başlıkları olarak önümüzde durmaktadır. Ancak bu güncel konu başlıkları yasal mevzuat içerisinde yer almamakta, yapılan çalışmalarda bahsedilen bu konular anahtar kelimeler olarak zikredilmekten öteye gidememektedir. Kentlerde iklim değişikliği etkilerinin yıkıcılığı ile beraber, güncel konu başlıklarında kente dair somut bir yaptırım yasal mevzuat içerisinde kendine yer bulamazken; bu sorunların büyümesinde asli derecede sorumluluğu bulunan rant odaklı yatırımlar bütün hızıyla  sürmektedir. 

 

Hem mesleğimizi gerektiği gibi icra edebilmemiz için hem de halkın kaynaklarıyla hazırlanan bu çalışmaların yine halkın yararına olabilmesi için ilgili bütün alanlarda yer alabilmemiz, meslek alanımız ve mesleki bilgimizle aktif rol üstlenmemiz gerekmektedir.

 

Mücadelemizle güçlendireceğimiz meslektaşlarımız ve meslek alanımız güçlü bir Oda örgütlülüğünü de beraberinde getirecek; dayanışma ilkesinden ve kamu yararı mücadelesinden aldığı güçle Odamızda yürüttüğümüz bu mücadele kararlılıkla sürdürülecektir.  Bu bilinçle:



- Tarihi ve doğal zenginliklerimizin, kıyılarımızın, orman, yayla ve meralarımızın, tarım alanlarımızın, madenlerimizin yağmalanmaması için; 

- Ülke toprağının her karışını parsellenecek metalar olarak gören piyasa odaklı anlayış karşısında kamu yararını esas alan bir planlama anlayışı için; 

- Sermaye yatırımlarının yönlendirilmesinden ibaret araçsal bir şehircilik yerine bölge ölçeğinden başlayarak alt kademe yerleşim birimlerine kadar her ölçekte toplumun geniş kesimlerinin refahına yönelik bir şehircilik yaklaşımı için; 

- Kent mekânının kamusal niteliğini kamu yararını ve kullanım değerini ön plana çıkartıp, özelleştirmeci anlayışlara karşı kamuculuğu esas alan bir meslek ortamı için; 

- Şehir ve Bölge Planlama meslek alanını imar planlarına indirgeyen ve daraltanlar karşısında, alt uzmanlık alanları ile genişleyen, istihdam koşullarını zenginleştiren bir meslek pratiği için; 

- Deprem bölgesinde ve ülkenin geri kalanında; sağlıklı ve güvenli bir çevrede barınma hakkının tüm yurttaşlarımız açısından erişilebilir hale gelmesi için; 

- Masa başlarında, hiçbir mesleki bilgi ve birikime dayanmadan yer seçim kararları alan çevreler karşısında, toplumsal ve mesleki katılımı en üst düzeye çıkaran bir demokratik bir karar alma sürecini hakim kılmak için; 

- Meslek Odasının üyesiyle kurduğu ilişkiyi, meslek öncesinde ve meslek deneyim sürecinin tamamında sürekli ve etkin kılan bir Şehir Plancıları Odası için; dayanışmayla, ortak emekle, örgütlü bir şekilde faaliyet yürütmekten, mücadele etmekten asla geri durmayacağız!



TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>