Etik İlkeler Özlük Hakları
DŞG 24 | GELECEĞİ PLANLAMAK (2000)

Çağrı Metni

"Geleceği Planlamak" konulu Dünya Şehircilik Günü 24. Kolokyumu 6-8 Kasım 2000 tarihleri arasında İzmir‘de yapılacaktır. Odamız ile İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) ve Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ)  Şehir ve Bölge Planlama Bölümlerinin ortaklaşa düzenledikleri 24. Kolokyum,  DEÜ Rektörlüğü  Sürekli Eğitim Merkezi 75.Yıl Anfisinde gerçekleştirilecektir.

24. Kolokyumunda, geçeğimiz iki kolokyum ile geçmişin değerlendirilmesinin ve geleceğe ilişkin genel yaklaşımların ortaya konulmasının ardından ülkemizin planlama yaklaşım ve pratiklerine somut katkılar yapılması, mevcut imar yaklaşımı ile ikame edilecek yeni yaklaşımların tartışılması hedeflenmektedir. Bu tartışmaların ise, deprem gibi, afete dönüşen, doğa olayları karşısında planlamanın konum ve çözümlerinin geliştirilmesi, fiziki tasarım çabasının ötesine geçilerek planlamanın zaman boyutunun önemsendiği, sosyal bir süreç olarak tasarlanabildiği, plancının ve kentlilerin rollerinin yeniden değerlendirildiği, planlamanın nesnesi olmaktan çıkıp öznesi olabilen kentlilerle, kentteki dezavantajlı kesimlerin hak ve hukukunu da içeren, ülkemize özgü yeni planlama modelinin ve bunun yasal araçlarının tartışıldığı bir gündem çerçevesinde yapılması amaçlanmaktadır.

Bu çerçevede kolokyumun birinci günü için ana tema "Gelecekte Dünyada ve Türkiye`de Kentleşme" olarak belirlenmiştir, ikinci gün yapılacak oturumlar ise "Yeni Planlama Yaklaşımları" ana teması altında düzenlenmiştir. Kolokyumun üçüncü ve son gününde ise "Gelecekte Planlamanın Kurumsal Yapısının" tartışılacağı oturumlar ile değerlendirme ve öğrenci panelleri yer alacaktır. Kamu çalışanı üyelerimizin kolokyum süresince izinli sayılması, ve kolokyuma katılımlarının sağlanmasına yönelik yazışmalar Oda Genel Merkezi tarafından yapılmıştır. Tüm üyelerimizi kolokyuma katılmaya ve katkı koymaya çağırıyoruz.

Konular

Dünya Şehircilik Günü 6-8 Kasım 2000 tarihleri arasında İzmir‘de yapılacaktır. Dünya Şehircilik Günü 24. Kolokyum teması son iki son iki kolokyumun izinde (Şehirciliğimizin Yüzyılı ve 3. Bin Yılda Şehirler) geçmişin değerlendirmesinin yapıldığı, geleceğe ilişkin genel yaklaşımların ortaya konulduğu süreci izleyerek ülkemizin planlama yaklaşımlarına somut katkılar yapılacak bir kolokyumun önemli olduğu düşüncesiyle mevcut imar yaklaşımı yerine konulabilecek bir planlama yaklaşımının tartışmasının zamanının geldiği düşüncesiyle belirlendi.

Bu tartışmanın, deprem gibi afete dönüşen doğa olayları karşısında planlamanın konum ve çözümlerinin geliştirilmesi, fiziki tasarım çabasının ötesine geçilerek planlamanın zaman boyutunun önemsendiği, sosyal bir süreç olarak tasarlanabildiği, plancının ve kentlilerin rollerinin yeniden değerlendirildiği, planlamanın nesnesi olmaktan çıkıp öznesi olabilen kentlilerle, kentteki dezavantajlı kesimlerin hak ve hukukunu da içeren, ülkemize özgü yeni kent planlama modelinin ve bunun hukuki, yasal araçlarının tartışıldığı bir gündem çerçevesinde yapılması ve bu tartışmanın içinde özel statülü planlama bölgelerinin (Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Karadeniz Ekonomik Bölgesi, Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Koruma Kararı, olan alanlar, dokular.... vb. ve hatta Dünya ve Avrupa ölçeğinde yeniden tanımlanan farklı bölge kavramlarının da dikkate alındığı bir çerçeve) de ele alınarak, tüm bu özgünlük ye çeşitlilikleri kapsayıcı planlama dili, ilkeleri ve modelinin tartışılarak, Kolokyum sonrası başlayabilecek alternatif bir "Kent Planlama Yasası" çalışmalarına yol açıcı olması hedeflenmektedir.

Ayrıca bugün imar planı sürecinin sonucunda ulaşılan ürkütücü boyutlarda planlanmış kentsel alanlarındaki projekte Türkiye kentsel alan nüfusunun ihtiyacının iki katından da fazla olduğu çeşitli tahminlerle ortaya atılmaktadır.) gelecekte planlamanın önemli sorunsal olacağı, bu durumun bizlere, planlama sürecine yeni kavram, terim ve yaklaşımlar geliştirmemizi zorunlu kıldığı açıktın Yine kentleşmenin ve planlamanın zaafları sonucunda birer çöküntü alanı niteliğine dönüşen kent merkezlen sorunu ve hızlı dönüşüm, ve sürekli yapılaşma sürecine giren konut bölgelerinde ortaya çıkan mekan nitelikleri sorunlarının da böyle bir sistem içerisinde irdelenerek, planlama kavramı çerçevesinde bütüncü çözümlerin tartışılması gerekmektedir. Bütün bu ülkemize özgü gibi görünen sorunların, dünyada ve yakın bir coğrafya, olarak Avrupa`da yaşanan toplumsal ve ekonomik süreçlerden bağımsız olarak ele alınmasının yanıltıcı olacağından hareketle uluslararası bilimsel birikimler çerçevesinde bu evrensel ve ulusal süreçlerin irdelenmesi her zaman için Kolokyumun vazgeçilmez bir boyutu olarak ele alınmaktadır.

Bu çerçevede Kolokyum başlığı, kapsayıcı bir tema olarak "GELECEĞİ PLANLAMAK"tır.

 

ANA TARTIŞMA KONULARI

 

I.GELECEKTE DÜNYADA VE TÜRKİYE`DE KENTLEŞME

Gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde kentsel , yığılmalar,

Kuzey-güney yarılması ve eşitsizliklerin giderilmesi,

Ülkeler ve sektörler arası işgücü transferi,

Nüfusun kıyılaşması,

Olası yeni yerleşme sistemleri,

Ülkemizde yeni yüzyılda beklenen kentsel gelişme biçimleri ve ekonomik,

sosyolojik, demografik, ekolojik, siyasi açılardan bu sürecin irdelenmesi.

 

II. YENİ PLANLAMA YAKLAŞIMLARI

Dünyaca ve Türkiye`de planlama sürecine dönük yeni kurumsal çalışmalar

Gündemde olan yeni araçlar

Yeni bir planlama dil ve süreci arayışı

Yeni aktörler

 

III. GELECEKTE PLANLAMANIN KURUMSAL YAPISI

Dünyada planlamanın kurumsal yapısında gözlenen değişimler,

Türkiye‘de gündemde olan olası gelişmeler,

Gelecekte olması gereken kurumsal yapı önerileri,

Türkiye‘de kent planlama süreci için, yasal düzenleme

önerileri,

Uluslararası etkileşimler sürecinde geleceğe dönük yasal çerçeve önerileri.


 

Program

 Kolokyum programı ekte yer almaktadır.

DŞG Bildigesi

17 Ağustos depreminin yarattığı toplumsal yıkım süreci başta kentleşme alanında üretilen/uygulanan politikalar olmak üzere kentsel mekanın üretilmesi sürecinin tüm aktörleri, açılarından eleştirel ve özeleştirel tavırlar geliştirilmesi sorumluluğunu/zorunluluğunu getirmiştir. 17 Ağustos, şehirciliğimizin bugün ulaştığı düzeyin ve bu düzeyde biz plancıların rollerinin/konumlarının yeniden değerlendirilmesi için milat olmuştur. Ne var ki bu eleştirel/özeleştirel tavrın geliştirilmesinde sadece deprem/afet olgusuna ve bunun şehir planlama meslek alanı ile ilişkisi bağlamına takılmamız geçmiş yanılgıların devamından öte bir anlam taşımayabilir. Kuramsal alanda geliştirilen güncel tartışma ve kavramlar çerçevesinde çevre, sürdürülebilirlik, kentli hakları gibi pek çok konu planlamaya eklemlenmektedir, insan hakları kavramının daha somut düzlemlere çekilip tartışılması gereğinden hareketle gelişen ve kentsel yaşamın örgütlenişine yönelik duyarlılığın ifadesi olan kentli hakları kavramı, kentlerin katılımcı bir perspektifle sürdürülebilir kılınması yönünde taleplere ve gereksinimlere işaret ediyor. Bu talep ve gereksinimlerin karşılanması planlama kuram ve pratiklerinin önemli bir bileşenidir artık.

Depremin yarattığı atmosferden/bilinçten hareketle tüm bu yeni/güncel kavram ve yaklaşımları kapsayan bütüncül bir planlama pratiğinin geliştirilmesi bugün en önemli uğraş alanımız olmalıdır. Mesleğimizin yaygın uygulama alanı olan mevcut imar planlama sürecini ve yaklaşımını topyekün bir değişime tabi kılacak, planlama ve şehircilik yaklaşımlarımızda radikal değişiklik anlamına gelecek somut katkılara ihtiyaç duyulmaktadır.

Peki bu değişimin felsefesi ne olacaktır/ne olmalıdır?

Mevcut imar planlama süreci ve bu sürecin nihai ürünü imar planları, planlamanın nesnesi konumunda olan kentlerin özgün konum ve özelliklerini, kentlilerin farklılaşan istek, talep ve ihtiyaçlarını görmezden gelen yeknesak ve türdeş çözümler olmaktan öteye gidememektedir imar planlama sürecini belirleyen mevzuat kalıplarıyla sosyo-mekansal bileşenleri, özellikleri ve yapıları farklı her kent için tek tip planlama yaklaşımına ve yalnızca yapılaşmayı hedef alan benzer çözümlere ulaşılmaktadır. Oysa bugün planlamanın sadece fiziksel tasarım problematiği olmadığı açıktır. Kent yaşayan bir organizma, toplumsal-kamusal bir birliktelik ve değerler sistemidir. Planlama nesnesinin bu yapısını algılayan ve ona yeni/özgün bir biçim veren süreç olmalıdır. Planlama pratiğimiz, kentin toplumsal-kamusal birlikteliğinin tüm alt parçalarının temsiline olanak tanıyan ve bunların varlığını yadsımayan/yok saymayan nitelikte yeniden düşünülmeli ve kurgulanmalıdır. Bu yolla ulaşılacak yeni planlama modeli/yaklaşımı, kentlerin özgün koşullarından, sosyo-mekansal yapılarından, iç dinamiklerinden hareketle, kentte yaşayan dezavantajlı kesimlerin haklarını da gözeten, doğal ve kültürel değerleri dikkate alan toplumsal bir süreci tasarlamalıdır. Ancak böyle bir yaklaşım ile deprem/afet olgusunun bir yandan risk düzeyinde diğer yandan afet sonrası yeniden İskan gereksinmesi bakımlarından ele alınıp çözümlenmesinden, bugün yeni yeni farkına varmaya başladığımız özürlüler başta olmak üzere farklı gereksinimleri olan kentli grupların ihtiyaçlarını, haklarını gözeten sağlıklı ve yaşanabilir mekanlar üretilmesine kadar şehir planlama meslek alanının sahip olduğu tüm potansiyel aktive edilebilir.

Kentin toplumsal-kamusal bir birliktelik- ve ortaklık olduğu, dezavantajlı ve farklı ihtiyaçları olan kentlilerin haklarının da gözetilmesi gerektiği fikirlerinden hareketle belirlenecek planlama yaklaşımı demokratik bir içerik de kazanmak durumundadır. Kentin kamusallığı, kentlilerin etkinliklerini kendi mahremiyetlerinin dışına taşıyabilmeleri ve kentsel yaşamın örgütlenişine katkı koyabilmeleri ile korunup geliştirilebilir. Kentsel mekanın üretilmesi süreci salt plancıların görüş ve karalarım değil katılımcı demokratik süreçlerle tüm kentlilerin etkinliklerini de içermelidir. Plancılar, mesleki pratiklerinin karşılıklı etkileşime ve temsile dayalı katılımcı demokratik bir perspektifle gerçekleştirilmesi fikrine kendilerini uyarlamalıdırlar ve bu tarz bir toplum düzeninin egemen kılınması yönünde mücadele etmelidirler. Böylelikle kente ve kentsel süreçlere yönelen ve ardında rant beklentileri yatan müdahalelere karşı geliştirilen muhalefet ve tepkiler sadece meslek odaları ve meslek erbapları ile kısıtlı kalmayarak geniş, toplumsal bir tabanda tezahür edebilir. Aksi takdirde bugün meslek alanımıza ve dolayısıyla kentlere/kentsel yaşama yönelen saldırılara seyirci kalmak bahtsızlığından kurtulamayız. Kentler siyasal aktörlerin, ulusal ve uluslararası sermayenin, çeşitli lobilerinin çıkarlarının yüceltilmesine sahne olurken, kentin ve kentsel yaşamın örgütlenişi dezavantajlı ve yoksul kentliler aleyhine sürekli bozulurken, plancılar bu kararları ve senaryoyu kağıt üzerine aktaran ressam/taşeron rolü ile katlanacaklardır.

Kentsel mekanın üretilmesi süreci, son dönemde giderek artan bir biçimde siyasal aktörlerin ve kurumların kararları, siyasi tercihleri sonucu belirlenmektedir. Kentsel rantın yeniden dağılımı, planlamanın kamusalcı/toplumcu yaklaşımı ile uyuşmayan ve kentlerin geleceğini ipotek altına alan bir biçimde gerçekleştiriliyor. Siyasal otorite aldığı kararları, kentlerin ve kentsel yaşamın örgütlenişi üzerindeki etkilerinin neler olacağına bakmaksızın uygulama keyfiyetini kullanarak, plancının kentsel-toplumsal süreçlere müdahale yetkinliğini sistemli olarak minimalize ediyor. Örneğin, enerji sorununun aşılması adına gerçekleştirilen yatırımlarla güney-doğunun tarihi ve kültürel değerleri yok edilirken, bölge yaşayanları göçe zorlanırken, kentlerde enerji tasarrufu sağlamak adına kent güvenliğini azaltacak uygulamalara gidilirken enerji planlaması yoluyla soruna yapısal çözüm getirecek uygulamalar görmezden gelmiyor. Kentler ve kent merkezleri katlı kavşak, köprülü kavşak uygulamaları ile otomobillerin transit ve hızlı geçiş alanlarına çevrilerek kentlerin kamusallığı ve sosyalleştirici olanakları yok edilirken ulaşım planlaması, yoluyla trafik probleminin aşılması göz ardı ediliyor. Bu süreçlerle de bir yandan ülkenin tarihi ve kültürel değerleri yok edilirken diğer yandan kentler otomobil sahibi, sağlıklı ve varsıl bireylerin yaşama mekanı olarak üretiliyor.

Buraya kadar değinilen olumsuzlukların giderilmesinde, kentsel rantların yağmalanması amacıyla dayatılan yaklaşım ve kararlara karşı direnç gösterilmesinde mevcut imar planlama pratiği ve bunun yasal araçları yeterli olacak gibi görünmüyor. Şehir Plancıları Odası demokratik ve katılımcı süreçlerle biçimlenen, kentlerin iç dinamiklerini, özgün yapılarını dikkate alan ve kentteki tüm farklı kesimlerin haklarını gözeten yeni bir planlama yaklaşımının geliştirilmesini önemli görev alanı olarak görmekte, toplumsal bir muhalefet odağı olma görevini de ihmal etmeden bu doğrultuda yapılacak her türlü gelişmeyi desteklemeye ve içinde aktif bir unsur olarak bulunmaya söz vermektedir.

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>